Sunday, November 29, 2009
Boşluğa Bakmak - To Look at Space
Boşluğa bakmak tabiatı gereği bir nesneye bakmaktan farklı. Boşluğa bakmak tanımı gereği boş olan bir alana ya da hacime bakmak demek. Çünkü en azından bakan kişi var.
Bir nesneye bakınca gözümüz ona odaklanır. Dikkatimiz ve ilgi kaynaklarımız o nesneye yoğunlaşmasına neden olur.
Bir de genel manzaraya – büyük resme bakarken kullandığımız bakış tekniğimiz var. Bu bakışta tek tek nesnelere odaklanmadan genel bir bakış söz konusu. Aslında belki de bu hacme bakmağa en yakın olan bakış türü. Aslında baktığımız şey, o manzarayı oluşturan unsurların yarattığı soyut nesnesel hacim…
Soyut hacim nedir öyle ise? Soyut nesnelerin oluşturduğu kümelerin belirli bir kaç boyutta yarattığı büyüklüktür.
Tekrar başa dönersek… Hacme bakmak odaklanmağa dayanan en temel görme (ve ardındaki zihinsel dikkat-konsantrasyon) fonksiyonlarının zıttını tetiklemek gerektir. Örneğin bir koruda (seyrek olmalı) tek tek ağaçlara bakmak yerine ağaçlar arasındaki uzaklığa bakmak, bu uzaklıkları karşılaştırmak vb dikkatin dağılmasına ve relax – rahatlamağa neden olabilir. Belirli bir şeye bakmamak kişiyi rahatlatır.
TO LOOK AT SPACE
To look at the space is different by its definition from looking at an object. To look at a space is by definition to look at a space inside an area or volume. Because there exists at least the observer.
Our eyes focus when we look at an object. Our attention concentrate on that object.
When we look at a panaroma-general view we use a special technique of looking. We do not look at individual objects but view the general view. In fact this may be the closest way to look at space. Indeed when we view a panaroma we do not look at the elements that form the general view but the abstract volume that they create…
What is abstract volume then? Abstarct volume is the entity that is created in multiple dimensions by a set of abstarct entities.
If we reutrn back to the beginning once more… Looking at space should trig the opposite of looking functions that are based on focusing (and the other cognitive functions such as attention and concentration). For example, to look at individual trees in a sparsely populated woods vs. looking at the spaces between trees and comparing them etc. may help to difuse concentration and get relaxed. Looking at nothing or not dpecific things may help to relax.
Saturday, November 07, 2009
YOĞUN DİKKAT
Yoğun dikkat zihnimizin yeteneklerinin kıymetli bir parçası… Yoğun dikkatin uygulandığı konu, süresi, sona erdirilişi kadar tetiklenişi ve gerçekleştirici zihinsel mekanizmalar da önemli…
Örneğin, sık sık rastladığımız bir durum: Sohbet sırasında bir kişi belirli bir memleket meselesi konusunda konuşurda konuşur meseleyi bir çok yönden ele alıp derinleştirir… Bu yoğun dikkatin boşa harcandığı, başlayış tetiklemesi, konu, süre ve durdurucu unsurların yanlış çalıştığı ve zihinsel enerjinin boşa harcandığı
bir durum…
Zihinsel gücün korunması ve doğru harcanması için yoğun dikkatin bilinçli bir şekilde kullanılması gerekir. Dostum Servet BAŞOL Bey bir mektubunda şöyle yazmıştı:
“Yoğun dikkat, zorunluluk hallerinde yararlıdır.
Zorunluluk ise dışarıdan gelmediği sürece, yani insan içinde böyle bir zorunluluk duyduğunda, sorgulamak
gerektir. Bu daha çok bencilliğin devreye girmesi, fedakarlığın ertelenmesi ve vücudun gerekleri dışında
zorlanmaması ilkesi ile aşılabilir”. Servet BAŞOL
İnsan kendi içinde sık sık yoğun dikkat kullanma ihtiyacı hissediyorsa bu zihin sağlığı açısından kötü bir işarettir.
Yoğun konsantrasyonu tetikleyen mekanizma en azından bazı durumlarda şöyledir: Bir şey üzerinde yoğun dikkat sağlamak için aynı şeye uzun sür sabit olarak bakmak gerekir. Ya da söz konusu şey soyutsa, örn. bir düşünce ya da problem ise aynı şeyi sabit olarak tek ya da farklı açılardan düşünmek gerekir.
İnsan tek bir nesneye bakarak konsantre olur, nesneler arasındaki hacme bakarak dikkatini dağıtır.
Örneğin, sık sık rastladığımız bir durum: Sohbet sırasında bir kişi belirli bir memleket meselesi konusunda konuşurda konuşur meseleyi bir çok yönden ele alıp derinleştirir… Bu yoğun dikkatin boşa harcandığı, başlayış tetiklemesi, konu, süre ve durdurucu unsurların yanlış çalıştığı ve zihinsel enerjinin boşa harcandığı
bir durum…
Zihinsel gücün korunması ve doğru harcanması için yoğun dikkatin bilinçli bir şekilde kullanılması gerekir. Dostum Servet BAŞOL Bey bir mektubunda şöyle yazmıştı:
“Yoğun dikkat, zorunluluk hallerinde yararlıdır.
Zorunluluk ise dışarıdan gelmediği sürece, yani insan içinde böyle bir zorunluluk duyduğunda, sorgulamak
gerektir. Bu daha çok bencilliğin devreye girmesi, fedakarlığın ertelenmesi ve vücudun gerekleri dışında
zorlanmaması ilkesi ile aşılabilir”. Servet BAŞOL
İnsan kendi içinde sık sık yoğun dikkat kullanma ihtiyacı hissediyorsa bu zihin sağlığı açısından kötü bir işarettir.
Yoğun konsantrasyonu tetikleyen mekanizma en azından bazı durumlarda şöyledir: Bir şey üzerinde yoğun dikkat sağlamak için aynı şeye uzun sür sabit olarak bakmak gerekir. Ya da söz konusu şey soyutsa, örn. bir düşünce ya da problem ise aynı şeyi sabit olarak tek ya da farklı açılardan düşünmek gerekir.
İnsan tek bir nesneye bakarak konsantre olur, nesneler arasındaki hacme bakarak dikkatini dağıtır.
Friday, September 25, 2009
The Right of Time
Time has its own rights. Humans, animals, nature, children, plants, almost everything has some basic rights. Time has its basic rights also…
At the moment that an event takes place between two opponents, justice gets set as one is right the other is wrong or at least to a degree or on the basis of some limiting conditions. Among all these conditions time has a special privilege, it has a right also in establishing the justice.
After the initial conditions that establish the ‘right’ on the basis of justice, time begins to tick. If the conditions related to the dispute are dependent on time, at the end of a certain period of time the ‘winning’ side at the beginning may find itself as ‘losing’…
An other example from engineering: To solve a technical problem, it is not enough to know the subject… You must do research and then analyse the problem, diagnose and locate the problem, etc… You must put your time into solving the problem. In the beginning some problems seem impossible to solve but if you put the necessary time and may be some more it is certain you will solve the problem. It is only a matter of time. Because it is the right of time.
At the moment that an event takes place between two opponents, justice gets set as one is right the other is wrong or at least to a degree or on the basis of some limiting conditions. Among all these conditions time has a special privilege, it has a right also in establishing the justice.
After the initial conditions that establish the ‘right’ on the basis of justice, time begins to tick. If the conditions related to the dispute are dependent on time, at the end of a certain period of time the ‘winning’ side at the beginning may find itself as ‘losing’…
An other example from engineering: To solve a technical problem, it is not enough to know the subject… You must do research and then analyse the problem, diagnose and locate the problem, etc… You must put your time into solving the problem. In the beginning some problems seem impossible to solve but if you put the necessary time and may be some more it is certain you will solve the problem. It is only a matter of time. Because it is the right of time.
Saturday, September 12, 2009
Geçmişi Unutmak Bilinç Altına Bırakmak
Hep bir şeyleri hatırlamak için çaba harcarız. Peki ya unutmak için çaba harcar mıyız? Belki olmuş olan kötü bir şeyi unutmağa çabalayabiliriz. Ama dişçide diş çektirip sonra olanları unutmağa çalışan kişi azdır. Hatırlamak ne kadar bilinçli bir çaba gerektirse de unutmak o kadar kendiliğinden olan doğal bir işlemdir sanki…
Geçmişi unutmak nedir? Bizi derinden etkilemiş bir şeyi unutmamız mümkün mü? Teorik olarak belleğimizde belirli bir süre kalmış bir şeyi ölünceye kadar beynimiz saklar. Burada önemli olan, o şeyin üzerinde dikkatimizi toplayıp bir süre durmuş olmamız. Bu durum, o şeyin beynimizdeki semantik ve diğer yapay sinir ağlarında kendisi ile ilgili sinir hücreleri ile arasında yeterli bağlantılar kurulmasını sağlar.
Bir şeyi algılayıp üzerinde belirli bir süre dikkatimizi toplamamız aslında büyük bir zihinsel yükü sırtımıza yükler. Bu gerekli ya da gereksiz yükten kurtulmamız, unutmamız çok daha uzun bir süre gerektirir. Unutmak daha çok bilinçaltının yürttüğü otomatik süreçler ve garbage collection ile gerçekleşir.
Zihinlerinin kontrol yetenekleri artmış büyük sistem operatörleri ve mühendisleri giderek bilinçaltlarına daha az insiyatif tanırlar. Bu durum, onların sırtındaki gereksiz hatırlayış yüklerini arttırır. Aynı durum, toplumsal olarak uzun süren sorunların karmaşıklığında görülür. Unutmak yeteneğimiz sorun çözme yeteneğimizin bir parçasıdır.
Gerçi her zaman mümkün olmayabilir fakat, bir tarih ve saat seçip ‘Şu andan itibaren geçmişe ait hiçbir şeyi hatırlamayacağım’ demek gerekir. Bu andan itibaren, bilinçli olarak, farkında olarak geçmişte olan olayları düşünmemeğe karar vermek gerekir.
Geçmişi hatırlamağa çalışmamak, geçmişi unutmak değil. Acil ihtiyaç olduğunda, bilinçaltımız gerekli olan şeyi bulup getirir. Kendinize güveniniz.
Geçmişi unutmak nedir? Bizi derinden etkilemiş bir şeyi unutmamız mümkün mü? Teorik olarak belleğimizde belirli bir süre kalmış bir şeyi ölünceye kadar beynimiz saklar. Burada önemli olan, o şeyin üzerinde dikkatimizi toplayıp bir süre durmuş olmamız. Bu durum, o şeyin beynimizdeki semantik ve diğer yapay sinir ağlarında kendisi ile ilgili sinir hücreleri ile arasında yeterli bağlantılar kurulmasını sağlar.
Bir şeyi algılayıp üzerinde belirli bir süre dikkatimizi toplamamız aslında büyük bir zihinsel yükü sırtımıza yükler. Bu gerekli ya da gereksiz yükten kurtulmamız, unutmamız çok daha uzun bir süre gerektirir. Unutmak daha çok bilinçaltının yürttüğü otomatik süreçler ve garbage collection ile gerçekleşir.
Zihinlerinin kontrol yetenekleri artmış büyük sistem operatörleri ve mühendisleri giderek bilinçaltlarına daha az insiyatif tanırlar. Bu durum, onların sırtındaki gereksiz hatırlayış yüklerini arttırır. Aynı durum, toplumsal olarak uzun süren sorunların karmaşıklığında görülür. Unutmak yeteneğimiz sorun çözme yeteneğimizin bir parçasıdır.
Gerçi her zaman mümkün olmayabilir fakat, bir tarih ve saat seçip ‘Şu andan itibaren geçmişe ait hiçbir şeyi hatırlamayacağım’ demek gerekir. Bu andan itibaren, bilinçli olarak, farkında olarak geçmişte olan olayları düşünmemeğe karar vermek gerekir.
Geçmişi hatırlamağa çalışmamak, geçmişi unutmak değil. Acil ihtiyaç olduğunda, bilinçaltımız gerekli olan şeyi bulup getirir. Kendinize güveniniz.
Thursday, August 27, 2009
The perception and assignment of meaning to randomness
Somewhere on the Aegean coast of Turkey, two miniscule particles of sand lies together on the beach. Infact millions of them lie together there… Is it a coincidence or contingency that they lie together? It is not even a coincidence. There is not any meaning to it. If you name it as coincidence it is because you percieve things a intentional or coincidence etc… it is how you percieve things nothing else… Also the words ‘sand particle’, ‘beach’, ‘coast’ would not exist and we would not name those ‘things’ as as such if we did not have a vacation there, if we did not come to meet these things… There were not any coasts, sand dooms etc on the Mars or any planet till we, the human beings come and ‘discover’ them and gave them names…
Perceptions lie at the bottom of every mental activity – including cognition in general. Nature builds intelligence based on perception. Once we meet the sand particles, and many of them, we simple see or feel the warmth of them. We do not assign any meaning to them at this phase. The necessity to tell them or to remember them easily causes us to desribe them. Finally it is easier to give them a name. How we name things depend on how we relate to them rather than to their internal attributes.
The naming process causes us to use deeper levels of meaning as we get to learn more about things and the interaction between things develop. While there is a minimum common ground of the meanings of words, there still are different views to things which bring different meanings to their names.
Different levels of meanings create abstraction and the abstract names and concepts. This creates the possibility to use basic names with different meanings in different contexts.
The way we name sand particles on the beach displays our tendencies to name randomness. Some times we name random things as if they are absolute entities (accompanied with a strong sense of belief). Sometimes we do not care whether it is random or not and name the whole thing or process – as beach. Sometimes we get so high in abstraction that we name it as if from somewhere high in the atmosphere – as coast…
The perception and assignment of meaning to ramdomness is a critical mental process which displays the strength and weaknesses of the individual human mind. It is no coincidence that the initial signs of many behavioral or clinic mental problems are related to the deficiencies in this area.
Perceptions lie at the bottom of every mental activity – including cognition in general. Nature builds intelligence based on perception. Once we meet the sand particles, and many of them, we simple see or feel the warmth of them. We do not assign any meaning to them at this phase. The necessity to tell them or to remember them easily causes us to desribe them. Finally it is easier to give them a name. How we name things depend on how we relate to them rather than to their internal attributes.
The naming process causes us to use deeper levels of meaning as we get to learn more about things and the interaction between things develop. While there is a minimum common ground of the meanings of words, there still are different views to things which bring different meanings to their names.
Different levels of meanings create abstraction and the abstract names and concepts. This creates the possibility to use basic names with different meanings in different contexts.
The way we name sand particles on the beach displays our tendencies to name randomness. Some times we name random things as if they are absolute entities (accompanied with a strong sense of belief). Sometimes we do not care whether it is random or not and name the whole thing or process – as beach. Sometimes we get so high in abstraction that we name it as if from somewhere high in the atmosphere – as coast…
The perception and assignment of meaning to ramdomness is a critical mental process which displays the strength and weaknesses of the individual human mind. It is no coincidence that the initial signs of many behavioral or clinic mental problems are related to the deficiencies in this area.
Monday, July 06, 2009
Gürültünün Gerekliliği (I ve II)
Gürültü nedir? Gürültü bir eşiktir, bir sınırdır. Bir işaretin belirlenebilirliğinin kaybolduğu bir sınırdır. Burada, işaret bir amacı ya da değeri olan anlamlı bir faaliyettir. Bir barda oturan bir grup insan, birbirleri ile konuşurken barın sessiz haline ya da çalan müziğe göre fazla olan bir gürültü seviyesi yaparlar. Gürültü soyut anlamlar taşıyabilir ve kamuoyu anketlerinde gürültü ya da bir konuda karar verirken kararı zorlaştıran ilişkisiz bilgi gürültüsü gibi…
Eğer beynimizdeki sinir ağlarını düşünecek olursak, bu devreler bilgi kirliliği içeren giriş verileri alsalar da,
Yani çok açık olmayan durumlarda da doğru kara verebilirler.
Gizemli, bir şekilde, gürültü neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirleyebilir çünkü karar alınan koşulları belirler. Gürültü, konuya göre neyin ilişkili neyin ilişkisiz olduğunu belirler, kararı belirleyen unsurların sınırlarını belirler.
Gürültü karar vermek için gerekli eşiği belirler. Çevremizdeki olgular üzerinde izlenimlerimizin açık olmadığı durumlarda, çevre koşullarımızı değiştirerek olguları daha açık görmeğe çalışırız. Aslında, sorunları çevremizdeki gürültü seviyesini yarlayarak çözeriz. Çevremizden gelen işaretler tamamen net olmadığı zamanlar gürültü sağlıklı kararlar vermemiz için gerekli olabilir.
GÜRÜLTÜNÜN GEREKLİLİĞİ - II
Bir keman solisti konçerto çalarken orkestra belirli yerlerde durur ve ona ustalığını göstermesi için imkan tanır. Solist genellikle süratli çalınan ve icrası ustalık isteyen zorluklar içeren geçitler çalar. Çalış hızı arttıkça vücudu ile sallanarak ifade ettiği görsel unsurlar azalır. Konsantrasyonunun tamamı yayı ve kemanına yoğunlaşır. Hatta yay hareketlerini de azaltarak geniş hareketlerden kaçınır. Konsantre olan insan gereksiz hareketlerden kaçınır, enerjisini tamamen üzerinde çalıştığı işe yoğunlaştırır.
Konuya bir de gürültü açısından bakarsak, zor bir işi becermek için konsantre olan insan hareketlerindeki gürültü/işaret oranını azaltır. Gürültü belirli bir amaca yoğunlaşmamış dolayısı ile ‘ziyan edilmiş’ bir enerjidir bir bakıma…
Gürültü bir eşiktir. Anlamlı bir işaretin duyulmaz hale geldiği, anlamını yitirdiği, diğer sesler arasında kaybolduğu bir sınır. Gürültülü bir ortamda bizi çağıran kişinin sesini bize duyurması için gerekli ses şiddeti eşiği gibi…
İnsan algılaması bir bütün olarak, duymak duyusunda olduğu gibi adaptif. Belirli şiddette bir sesi duyduğumuzda kulağımız ona alışır ve eskisi kadar ondan rahatsız olmaz. Daha da önemlisi o ses şiddetinin altındaki sesleri daha zayıf duyar.
Duymak duyusunun özellikleri genel olarak insan algılaması için de geçerli. Örneğin, bir toplumda siyasi olarak yaratılan ortam gürültüsünün seviyesinin yükselmesi o toplumun bazı olayları algılama gücünü azaltır.
Gürültünün eşik etkisinin güzel bir uygulaması panik riskini azaltmak için kullanılır. Telefrik ve uçak gibi araçlarda hafif bir müzik çalınışı kişinin algılama seviyesine ilişkin eşiği yükselterek gereksiz korku düşüncelerine kapılmasını engelleyici etki yapar.
Gürültü tatil kasabalarındaki barlarda ses şiddeti ve içerik olarak öyle seçilir ki kişinin hiçbir şey düşünememesine hizmet eder. Bu durumda eşik o kadar yüksektir ki kişinin düşünmesi mümkün değildir. Seçilen müzik içeriği de bu durumu güçlendirecek şekilde basittir ve tekrarlar içerir.
Bazı uçak kazalarında pilot kabininde pilotlar ve diğerleri arasında derinleşen sohbetlerin kötü etkisi olduğu görülür. Amaca uygun olmayan konular gürültü olarak değerlendirilirse, oluşan algılama eşiği o kadar yükselir ki pilotlar asli görevlerine ilişkin olguları algılayamazlar. İlginin bir amaca adanması yetmez, bir nedenle atanabilir olması da zorunludur. Sorumluluk kişinin kendisini hem bir amaca adamasını hem de her an bu amacın gereğini yerine getirebilecek uyanıklığı korumasını gerektirir.
Sevgi saygı ülkemizde ‘çok’ önemli gelenekler… Fakat ülkemizde her sene normalin üzerinde sayıda trafik kazası oluyor. Acaba bunlarda şoförün konuşma vb nedenlerle dikkatinin dağılması, algılama eşiğinin yükselerek olayları algılamasının etkisi az mı? Avrupa deyişi ile ‘Otomobil yalnız şoför tarafından değil içindekiler tarafından hep birlikte kullanılır’. Maalesef özellikle bizim yaşlı kuşağımız hala FAYTON KÜLTÜRÜ ile hareket ediyor arabaya bindiklerinde. Ulaştırma Bakanlığımız otoyollar, uçuş hatları inşa etmek ile meşgul. Acaba bir yandan kendi kültürümüzün değerlerini koruyup dönüştürerek öte yandan topluma modern ulaşım kültürünü kazandırmak kimin görevi?
Gürültü eşiği doğru seçildiğinde aşırı kontrol içeren muhakeme gücünü azaltabilir. Bu durum düşünürken hep akla takılı bir izi takip etmektense bilinçaltımızın ortaya çıkaracağı bir alternatife olanak sağlayabilir. Bir diğer işlevi de sonuca hemen gidilmesini engelleyerek muhakemede geciktirici bir etki yapması olabilir. Bir meslektaş ile birkaç kelime sohbet etmek farkında olmadan bilinçaltımızın sorunu çözmesini sağlayabilir.
Her işi yapmak için uygun bir/birkaç gürültü seviyesi vardır. Bu gürültü seviyesini o işin yapımını yüklenmiş yönetici kişi seçmeli.
Eğer beynimizdeki sinir ağlarını düşünecek olursak, bu devreler bilgi kirliliği içeren giriş verileri alsalar da,
Yani çok açık olmayan durumlarda da doğru kara verebilirler.
Gizemli, bir şekilde, gürültü neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirleyebilir çünkü karar alınan koşulları belirler. Gürültü, konuya göre neyin ilişkili neyin ilişkisiz olduğunu belirler, kararı belirleyen unsurların sınırlarını belirler.
Gürültü karar vermek için gerekli eşiği belirler. Çevremizdeki olgular üzerinde izlenimlerimizin açık olmadığı durumlarda, çevre koşullarımızı değiştirerek olguları daha açık görmeğe çalışırız. Aslında, sorunları çevremizdeki gürültü seviyesini yarlayarak çözeriz. Çevremizden gelen işaretler tamamen net olmadığı zamanlar gürültü sağlıklı kararlar vermemiz için gerekli olabilir.
GÜRÜLTÜNÜN GEREKLİLİĞİ - II
Bir keman solisti konçerto çalarken orkestra belirli yerlerde durur ve ona ustalığını göstermesi için imkan tanır. Solist genellikle süratli çalınan ve icrası ustalık isteyen zorluklar içeren geçitler çalar. Çalış hızı arttıkça vücudu ile sallanarak ifade ettiği görsel unsurlar azalır. Konsantrasyonunun tamamı yayı ve kemanına yoğunlaşır. Hatta yay hareketlerini de azaltarak geniş hareketlerden kaçınır. Konsantre olan insan gereksiz hareketlerden kaçınır, enerjisini tamamen üzerinde çalıştığı işe yoğunlaştırır.
Konuya bir de gürültü açısından bakarsak, zor bir işi becermek için konsantre olan insan hareketlerindeki gürültü/işaret oranını azaltır. Gürültü belirli bir amaca yoğunlaşmamış dolayısı ile ‘ziyan edilmiş’ bir enerjidir bir bakıma…
Gürültü bir eşiktir. Anlamlı bir işaretin duyulmaz hale geldiği, anlamını yitirdiği, diğer sesler arasında kaybolduğu bir sınır. Gürültülü bir ortamda bizi çağıran kişinin sesini bize duyurması için gerekli ses şiddeti eşiği gibi…
İnsan algılaması bir bütün olarak, duymak duyusunda olduğu gibi adaptif. Belirli şiddette bir sesi duyduğumuzda kulağımız ona alışır ve eskisi kadar ondan rahatsız olmaz. Daha da önemlisi o ses şiddetinin altındaki sesleri daha zayıf duyar.
Duymak duyusunun özellikleri genel olarak insan algılaması için de geçerli. Örneğin, bir toplumda siyasi olarak yaratılan ortam gürültüsünün seviyesinin yükselmesi o toplumun bazı olayları algılama gücünü azaltır.
Gürültünün eşik etkisinin güzel bir uygulaması panik riskini azaltmak için kullanılır. Telefrik ve uçak gibi araçlarda hafif bir müzik çalınışı kişinin algılama seviyesine ilişkin eşiği yükselterek gereksiz korku düşüncelerine kapılmasını engelleyici etki yapar.
Gürültü tatil kasabalarındaki barlarda ses şiddeti ve içerik olarak öyle seçilir ki kişinin hiçbir şey düşünememesine hizmet eder. Bu durumda eşik o kadar yüksektir ki kişinin düşünmesi mümkün değildir. Seçilen müzik içeriği de bu durumu güçlendirecek şekilde basittir ve tekrarlar içerir.
Bazı uçak kazalarında pilot kabininde pilotlar ve diğerleri arasında derinleşen sohbetlerin kötü etkisi olduğu görülür. Amaca uygun olmayan konular gürültü olarak değerlendirilirse, oluşan algılama eşiği o kadar yükselir ki pilotlar asli görevlerine ilişkin olguları algılayamazlar. İlginin bir amaca adanması yetmez, bir nedenle atanabilir olması da zorunludur. Sorumluluk kişinin kendisini hem bir amaca adamasını hem de her an bu amacın gereğini yerine getirebilecek uyanıklığı korumasını gerektirir.
Sevgi saygı ülkemizde ‘çok’ önemli gelenekler… Fakat ülkemizde her sene normalin üzerinde sayıda trafik kazası oluyor. Acaba bunlarda şoförün konuşma vb nedenlerle dikkatinin dağılması, algılama eşiğinin yükselerek olayları algılamasının etkisi az mı? Avrupa deyişi ile ‘Otomobil yalnız şoför tarafından değil içindekiler tarafından hep birlikte kullanılır’. Maalesef özellikle bizim yaşlı kuşağımız hala FAYTON KÜLTÜRÜ ile hareket ediyor arabaya bindiklerinde. Ulaştırma Bakanlığımız otoyollar, uçuş hatları inşa etmek ile meşgul. Acaba bir yandan kendi kültürümüzün değerlerini koruyup dönüştürerek öte yandan topluma modern ulaşım kültürünü kazandırmak kimin görevi?
Gürültü eşiği doğru seçildiğinde aşırı kontrol içeren muhakeme gücünü azaltabilir. Bu durum düşünürken hep akla takılı bir izi takip etmektense bilinçaltımızın ortaya çıkaracağı bir alternatife olanak sağlayabilir. Bir diğer işlevi de sonuca hemen gidilmesini engelleyerek muhakemede geciktirici bir etki yapması olabilir. Bir meslektaş ile birkaç kelime sohbet etmek farkında olmadan bilinçaltımızın sorunu çözmesini sağlayabilir.
Her işi yapmak için uygun bir/birkaç gürültü seviyesi vardır. Bu gürültü seviyesini o işin yapımını yüklenmiş yönetici kişi seçmeli.
Saturday, July 04, 2009
The Necessity of Noise
What is noise? It is a threshold. A threshold at which point a signal loses its identifiability. Here, signal means meaningful activity which has a purpose or value. A group of people sitting at a bar, makes noise because of talking with each other relative to the silent state of the bar or relative to the music being played at that moment.
Noise may carry abstract meanings and may carry various threshold functions such as noise in public decision enquettes or unrelated information on a subject you are trying to make a decision.
If we think of neural networks in our brains, these circuits make correct decisions although they get some garbage(noise) in their inputs, namely not very clear situtions.
Mysteriously, noise may decide what is wrong what is right because it sets the environment to make a decision.
It eliminates what is relevant what is not according to the subject, it sets the boundaries of the elemnts that will make the decision.
Noise sets the threshold for making a decision. In situations where the input namely our observations of the phenomena around us are not clear, we try to clear things by changing or adjusting to the environment before we make decisions. In fact we solve the problem by adjusting the noise threshold. Noise may be necessary in order to make healthy decisions when the inputs are not completely clear.
Noise may carry abstract meanings and may carry various threshold functions such as noise in public decision enquettes or unrelated information on a subject you are trying to make a decision.
If we think of neural networks in our brains, these circuits make correct decisions although they get some garbage(noise) in their inputs, namely not very clear situtions.
Mysteriously, noise may decide what is wrong what is right because it sets the environment to make a decision.
It eliminates what is relevant what is not according to the subject, it sets the boundaries of the elemnts that will make the decision.
Noise sets the threshold for making a decision. In situations where the input namely our observations of the phenomena around us are not clear, we try to clear things by changing or adjusting to the environment before we make decisions. In fact we solve the problem by adjusting the noise threshold. Noise may be necessary in order to make healthy decisions when the inputs are not completely clear.
Friday, June 12, 2009
BAKIŞ ALGORİTMALARI (Algorithms of Looks)
Boş boş bakmak
Bir noktaya bakmak
Tek tek ayrıntılara değil bütüne bakmak
Geniş açı bakmak
Israrla bakmak
Bakışlarını kaçırmak
Gözlerinin içi gülerek bakmak
Kara kara haince bakmak
Bakarken gözü takılmak
Bir şey aramak için tarayarak bakmak
Gözünün ucuna takılmak
Baktığını görmemek
Bakarak paylamak
Bakışları ile ezmek
Bakarak dinlenmek
Bakarak şükretmek
Şekillere bakarak düşünmek
Bakarak icad etmek
Yaptığı resme esere
Bakarak yaratmak
Bakarak cihazları izlemek
Bakarak anlamak
Bakarak sorun çözmek
Bakarak konuşmak
…(daha yüzlercesi bulunabilir)
Hep aynı şeye bakarak
Dikkat toplamak
Şeyler arasındaki ilişkilere
Hacme bakarak rahatlamak
Bir noktaya bakmak
Tek tek ayrıntılara değil bütüne bakmak
Geniş açı bakmak
Israrla bakmak
Bakışlarını kaçırmak
Gözlerinin içi gülerek bakmak
Kara kara haince bakmak
Bakarken gözü takılmak
Bir şey aramak için tarayarak bakmak
Gözünün ucuna takılmak
Baktığını görmemek
Bakarak paylamak
Bakışları ile ezmek
Bakarak dinlenmek
Bakarak şükretmek
Şekillere bakarak düşünmek
Bakarak icad etmek
Yaptığı resme esere
Bakarak yaratmak
Bakarak cihazları izlemek
Bakarak anlamak
Bakarak sorun çözmek
Bakarak konuşmak
…(daha yüzlercesi bulunabilir)
Hep aynı şeye bakarak
Dikkat toplamak
Şeyler arasındaki ilişkilere
Hacme bakarak rahatlamak
Sunday, June 07, 2009
THE FUNCTION OF SYMBOLS IN ATC AND ITS MENTAL EFFECTS
INTRODUCTION
Miller’s rule states that a human can handle seven plus minus one things in his/her mind at the same time. If the number increases the human mind groups these items so that the number of groups remain less than seven plus minus one(attention span).
Grouping things according to a certain point of view is called abstraction.You can group things first than you can group the groups you have formed and so on. Every step of grouping in this process is called an abstraction level.
Whenever the human mind tries to handle things that overpassess its capacity to handle things simultaneously
it does abstraction. Air traffic control(ATC) is no exception of this fact. ATC systems are complex discrete event dynamic systems. These systems are huge in the sense that they can handle the whole air space of large countries such as Germany or Turkey.
An air traffic control system ensures that airplanes move safely from one geographical point to another. In order to do this each airplane’s safety is given to the responsibility of an air traffic control officer (ATCO) at each point of time in its journey.
The complexity arises from the fact that you have to establish areas of control responsibility for each controller. An ATCO can handle upto 12-13 airplanes at the same time depending on the size of its control area and density of the air traffic. So, in order to control an air space as large as Turkey there must be quiet a number of control sectors. Actually, you generally have first, a number of air spaces depending on the geography and the height, such as eastern Turkey, western Turkey air spaces and lower air space and higher air space which may be divided at flight level 280. The more the number of sectors the more difficult it is to assign tasks to these sectors in coordination with others.
It is inevitable to use abstractions when one just imagines the complexity and the size of an ATC system and the risks involved with it. The first abstraction is the types of control, such as area control, approach control and tower control. The type of the traffic specifies the character of the system that handles it. For the sake of simplicity, and due to my experience I will mention only the area control from now on.
THE USES OF SYMBOLS
The human-kind expressed itself with symbols long before he/she found the letters and writing[1]. Symbols provide a visual representation of an idea or word as can be observed in Far Eastern alphabets and languages. The symbols played a vital role in the development process of alphabets. One can only imagine a little bit the difficulty people experienced in inventing a language first, then writing and then creating an alphabet. But it should be simple even for a dummy to appreciate the importance of using symbols in our life to fight against the difficulties that we meet.
“Symbols provide a visual representation of an idea or word. Children who find difficulty in reading can be helped to visualise the meanings of words by seeing a symbol.” Symbols In Education - Why we use symbols [2].
“Unlike things, feelings and ideas are difficult to exchange. People wishing to exchange physical objects may simply hand them to each other. Feelings and ideas, however, are without physical substance. They cannot be handed directly to another person. Rather, they must be exchanged through the use of symbols–things that represent or stand for other things.”[3]
The origins of our existence, the meaning of life und so weiter are no simple things to handle and this situtaion is not an exception to our ways of handling difficulties. For example : “The concept of using images in worship finds its origins in the Old Testament. The Temple contained numerous visual images, including the cherubim on the Ark of the Covenant. The Temple Solomon built for the Lord contained many carvings of trees, gourds, flowers, and angels (1 Kings 6). It is clear that God did not forbid images used in the Sanctuary to glorify God[4].”
Abstraction and the use of symbols are vital elements in solving math problems or others in science. The use of arbitrary symbols and the process of symbolisation have made possible the discourse of modern mathematics and logic. “Mathematics uses symbols in creative ways. Two such methods, one dealing with the process of `alphabetisation' and the other based on the notion of `formal similarity', are described. Through these processes, originally meaningless symbols get embodied and coded with meaning through mathematical writing and praxis[5].”
We use symbols when things are difficult to rxpress such as feelings, like a red rose for a lady. Arts is a wide spread application area of this use of symbols. “In the play Macbeth, Shakespeare uses many symbols to add to his story. His use of blood, water, light, dark, rampant animals, and even the witches are examples of how he used symbols to add depth to his play. These symbols were often times recurring and they were all related to the central plot of the play[6].”
THE FUNCTION OF SYMBOLS
1- Symbol extracts what is important – relevant and preserves it
2- Symbol makes it reacheable against all odds its a KEY
3- Symbol provides insulation – better cooperation at the related levels.
4- Symbol provides preservation.
5- Symbol increases processing speed.
6- Symbol decreases mental workload and the amount of relevant speech.
7- Symbol provides space for future enhancements by making abstractions.
THE USE OF SYMBOLS IN ATC
The air space used by the airplanes have to be abstracted so that a human being can easily manage the airplanes flying in his own area of responsibility. Simply this means a map but that does not suffice alone…
You must abstract the height, the third dimension in a humanly controllable manner: This means flight levels. The height difference between FL’s are something around 300Ms. Breaking the third dimension to constant and seperate flight levels gives us many facilities: the ability to fly at a certain direction at each level, given a certain filight level you do not have to worry on vertical seperation, limitation references for ascends and descends and many more…
After you have the airspace map, you should choose reference points to fly from and to fly to, also reference points where certain actions have to be taken such as entry and exit points where adjacent centers or sectors have to be acknowledged…
If you think about the size of the German air space, and the number of planes flying concurrently, you can quickly appreciate that a single controller is vital but totally insufficient to do the job. A single ATCO can control 12-15 aircrafts(A/C) at the same time. So you must divide the airspace into enough small sized sectors to reduce the workload to humanly manageable levels. Once more we made an abstraction and created sectors.
Each sector has a symbol, a few characters long to symbolize the section of the airspace they stand for.
An other abstraction is done to facilitate the route declaration in the voice and electronic communications.
Instead of telling each point the A/C is going to fly over, the pilot says uppergreenone (UG1), this indicates a sequence of many points in direction depending on the departure and arrival airport. Each route has a symbol like UG1 which identifies it.
All the symbols used in ATC, points, routes, and their attributes such as entry(NP),exit(XP) etc. are identified in a static data storage or Static Data Bank(SDB). SDB is the symbol of the Static Data Bank. The marvelous character abstraction is you can do abstractions to create the entities that are used to make abstractions of the real life. The Term SDB is used by both ATC interface people who change the static properties of the system and also by the engineers who maintain the software system that supports the operations. The world of the ATC engineers is a complete abstraction full of symbols, actually they use online dictionaries while it is impossible to remember everything.
SDB handles the static properties of the air traffic. The dynamic properties of the air traffic is handled in the Dynamic Data Bank – DDB. Flight level changes, mid air entries, category changes, speed changes usw. all are recorded in the DDB. DDB is an abstraction of the dynamic attributes of the air traffic. It is defined via many symbols that reflect these attributes.
Actually the ATCOs are generally not aware of what is in DDB or SDB. They use other abstractions and many symbols. A flight plan is an abstraction of what a pilot tends to do with his airplane indicating departure and arrival aerodromes, speed, height over all the route points, route, time schedule etc. Strips are small strip of paper which outlines this information in this small area with many symbols. The area must be as small as possible because of the spae limitation on the ATCOs control table. The controller has also the keyboard and display system, the radar screen and ATN messages to use. All of these are highly abstract modellings of the real life air traffic. All of them use many symbols.
THE ROLE OF SYMBOLS IN ATC
From the point of an air traffic controller using symbols is not only being able to identify them but also having the right feel of them. Aviation is not only a science based technological area but it is also an art and air traffic control is no exception to that.
The use of symbols makes things more identifiable and increases comprehension by the use of phrasepology in the pilot – controller voice communication. An air plane appears as a small symbol and a vector indicates the direction and speed it flies on the radar screen. There is height, speed etc data all written as symbols + numeric values… The static control points, airports etc. all are indicated as symbols. There is even a book of ICAO which you can find these values.
But, the controller is not supposed to see all these symbols and overabundance of information, in all this mass, he simply has to keep the mental picture of the traffic in his mind. Similar to a theatre artist, he should not try to remember the text or what movements he should do, he has to keep his audience going according to the point where they are in the act.
This is also reflected in the evolution of a controller. He begins with the easiest sector and like performer he rehearses his role many times and gets to know the stage he is acting. If you remember my example about the use of symbols in Sheakspear plays, symbols help the controller to get hold of the reality, the actual reality at that moment of time during the play… Symbols play a crucial role in helping the air traffic controller to do so.
THE EFFECT OF SYMBOLS ON THE ATCO FROM THE POINT OF SYSTEMS PSYCHOLOGY
The use of symbols reduce the mental load of the air traffic controller. Unfortunately, the homeostatic
tendency and ever increasing traffic load causes the air traffic controller get more load in this situation.
At the end of the day, the use of symbols causes the air traffic controller to get more traffic load.
Similarly spatial processing increases the load of the controller instead of decreasing it. Large radar screens provide ample space to hold many more symbols, tables, etc.
One important point to remember; symbols contribute to our subconscious. Anything we do not understand goes to our subconscious. When concentrating on a traffic situation both on voice and radar a controller’s subconscious gets busy with the other things, and these are symbols which he does not have attentional resources to deal with. So, they go to the subconscious. Just like watching an art work that you do not understand.
You try to make an abstraction to overcome the difficulty you face by pushing that thing into your subconscious.
If you know how to interact with your subconscious then your subconscious will pop up the problem back to you, and in percieving the problem once more you will have formed abstraction of it, namely ‘ah that flight that I skipped’.
In fact, symbols are the key to understanding the character of air traffic control. Phraseology reminds me abstract languages, the rule based structure the logic, all the symbols on the radar screen and the slow stepwise movements of airplanes has a certain lyric effect almost poetic, and the strength of symbols has a religious tone, with all the controllers and engineers walking slowly in and around the control center like the Branchid priests serving at the antic oracle’s Didyma.
KAYNAKLAR:
[1] The Park Ridge Center, al.hurd@advocatehealth.com
“Before the written word, human beings used symbols as the primary means of self-expression. Hope and fear, joy and sorrow, sickness and health, love and hate, good and evil, yin and yang, feminine and masculine — all found early expressions as symbols.”
[2] Symbols In Education - Why we use symbols
“Symbols provide a visual representation of an idea or word. Children who find difficulty in reading can be helped to visualise the meanings of words by seeing a symbol.”
[3] Britannica Student's Encyclopedia
“Unlike things, feelings and ideas are difficult to exchange. People wishing to exchange physical objects may simply hand them to each other. Feelings and ideas, however, are without physical substance. They cannot be handed directly to another person. Rather, they must be exchanged through the use of symbols–things that represent or stand for other things.”
[4] The use of Images, Signs, and Symbols in Anglican Worship By Rev. Rebecca
“The concept of using images in worship finds its origins in the Old Testament. The Temple contained numerous visual images, including the cherubim on the Ark of the Covenant. The Temple Solomon built for the Lord contained many carvings of trees, gourds, flowers, and angels (1 Kings 6). It is clear that God did not forbid images used in the Sanctuary to glorify God .”
[5] The Use of Symbols in Mathematics and Logic by Sundar Sarukkai
“Abstract. It is commonly believed that the use of arbitrary symbols and the process of symbolisation have made possible the discourse of modern mathematics as well as modern, symbolic logic. This paper discusses the role of symbols in logic and mathematics, and in particular analyses whether symbols remain arbitrary in the process of symbolisation. It begins with a brief summary of the relation between sign and logic as exempli_ed in Indian logic in order to illustrate a logical system where the notion of `natural' sign-signi_ed relation is privileged. Mathematics uses symbols in creative ways. Two such methods, one dealing with the process of `alphabetisation' and the other based on the notion of `formal similarity', are described. Through these processes, originally meaningless symbols get embodied and coded with meaning through mathematical writing and praxis. It is also argued that mathematics and logic di_er in the way they use symbols. As a consequence, logicism becomes untenable even at the discursive level, in the ways in which symbols are created, used and gather meaning.”
[6] ESSAY SAMPLE ON "THE USE OF SYMBOLS IN MACBETH" The Use of Symbols in Macbeth
“In the play Macbeth, Shakespeare uses many symbols to add to his story. His use of blood, water, light, dark, rampant animals, and even the witches are examples of how he used symbols to add depth to his play. These symbols were often times recurring and they were all related to the central plot of the play.”
Friday, May 22, 2009
Ne yaptığını bilmek ve ITIL
Amerika’da hocalarımdan biri demişti. ‘Ali okulun bahçesine çıktığında ilk önce ne yapacağına karar vereceksin, nereye gittiğini bileceksin, ne yaptığını bileceksin!’ Batı kültüründe, özellikle de Amerikan kültüründe önemli bir kavram ‘ne yaptığını bilmek’. Sartre’ın olgusalcılığında bilinçaltı ve otomatik süreçlere yer olmaması bir tesadüf mü acaba?
Biz de adettir, saymak ölçmek ayıptır. Ne kadar kazandığınızı sayarsanız bereketi kaçar işinizin! Sevgilerimiz bile ölçülmez hatta bu yüzden ölçüsüzdür sevgilerimiz… Küçük çocukları annelerini ne kadar sevdiklerini göstermeğe zorlarız şaka yollu, kollarını açarak… Sevginin ölçülmezliğidir küçük çocuğun kendi kollarını alabildiğine açarak göstermeğe çalıştığı… Kısacası bizim kültürümüzde fazla ölçüp biçmek hesaplamak ayıptır.
Batı kültüründe ise hemen herşey ölçüp biçmeğe dayanır. ‘Eğer ölçemiyorsan yönetemezsin’ der çok bilinen bir Batı dünyası sözü… Amerikan kültüründe Avrupa’dan daha farklı olarak konsantrasyon ve hareket öndedir. Örneğin basketbol oyununda olduğu gibi… Hedefe konsantre olmak, ne yaptığını ne istediğini an be an bilerek hareket etmek, nesiller boyu bir milleti soyut ülküler değil somut bir davranış kültürüne göre yetiştirmek şüphesiz Amerikan başarısında önemli bir rol oynar.
Amerikan nüfüsunun temelinin, göçmenlerden ve onların yetiştirdiği yeni nesillerden oluştuğunu düşünürsek, hedefe konsantre olmak ve ne yaptığını bilmek kavramlarının niye bu kadar önemli olduğunu daha iyi anlarız.
Gemi ve denizcilik kültürüdür bütün bunların altında yatan. Nüvesinde yatan her bir ferdi onlarca gün süren çetin bir Atlantik yolculuğundan geçerek oluşmuş bir millettir Amerikalılar.
Bizim kültürümüz ise konsantre olan insanı pek sevmez… Biz hayal eden, dalan kendini duygularına kaptıran,
sevince coşan insanlar yetiştiririz. Bizim insanımız tepesi atınca gözü bir şey görmez, kasırga gibi eser, döver, savaşır. Bizim insanımız fedakardır, öyle hissederse eğer canı dahil herşeyini verir. Vb. Bizi bize anlatmağa gerek yok. Son bir nokta, biz kültürümüzü kendi haline bırakırız, pek yönlendiremeyiz Amerikalılar gibi…
Aslında, bu da bizim kültürümüzün ve içinde bulunduğumuz coğrafyanın bir gereğidir.
Şimdi bu durumda Batı dünyasında geliştirilmiş ITIL(1)’ı alıp Türkiye’ye uygulamak acaba ne kadar gerçekçi olur? Kısa bir süre ITIL’ı yayarak var olmak çabası içindeki bir şirkette yönetici olarak yaptığım kadarı ile, bu çok zor bir iş… Bakıyorsunuz konuştuğunuz kişi yukarıda bahsettiğim ‘ölçmezsen yönetemezsin’ prensibini dahi bilmiyor, bilse bile reddediyor. Ekonomik kararların çok kısa vadeli olarak verilebilmesi, yönetimden stratejisinden çok kısa süreli gerçekleşen olayların ve olguların anlık etkileri ile karar vermeğe ‘zorunlu’ bir yönetim anlayışı ölçmeği gereksiz hatta anlamsız kılabiliyor bir çok şirkette…
Bu durumda TIFIL uygulamasına geçmek için atılacak ilk adım, Yardım Masası ve Operasyonel durum gözlemeğe yönelik araçları kullanmak. Sorunların müşteri tarafından bildirilmesi ve kayda alınıp ilgililere atanması şu andaki Türkiye durumunda geçerli olabilecek bir hedef. Operasyonel durum gözlemeğe yönelik büyük panel ekranlar da gösterişi ve bir bakışta karışık ve geniş bir network üzerindeki sistemleri görmek için cazip… Ama Yardım Masası sistemine giren isteklerin takibi ve Hizmet Seviyeleri ile ilişkilendirilmesi gibi şeyler bizim ülkemiz ekonomisi ve insanı için fazla soyut ve hayali…
Ekonomideki sığlığın bir sonucu her alanda yetersiz eğitim, kalite ve sayıda eleman kullanımı. Ayrıca, ITIL’ın gerektirdiği karışık bir sistemi kurmağa yönelik donanım ve yazılım yatırımından kaçınan şirketlerin sayıları az da değil, üstelik sözünü ettiğim şirketler küçük te değil.
Bir başka sorun da, ITIL’a geçişin sürekli, adım adım ilerleyen sabırlı bir çalışma ve yatırım gerektirmesi… Bilmem bu size bir şey hatırlatıyor mu? Biz de çok yaygın bir yönetim tekniği, projeleri olabildiğince geciktirip daha sonra da en kısa sürede bitmeğe zorlayarak maliyetleri düşürmek değil midir?
ITIL konusunda hem IBM’in hem de HP ‘nin çeşitli ürünleri var. HP’nin sunduğu bazı ürünler .net’ten bile çok geri teknolojide fakat HP sunduğu ITIL ile ilişkili tüm ürünlerinin bütünsel işlevselliği ile dikkat çekiyor.
ITIL governance’ı yani yönetilebilirliği arttıran bir yaklaşım Yönetilebilirliğin artması yani yönetimin kontrol yeteneğinin artması daha alt seviyelerdeki çalışanların insiyatiflerini azaltıcı bir etki yapabilir bazı durumlarda.
Örneğin, Yardım Masası kanalı ile Hata Yönetimi, bazı durumlarda müşterinin doğrudan teknisyeni arayıp işini çabukça ve ‘kolayca’ halletmesini engelleyebilir. Unutmamak gerekir ki Governance Amerikan kültürü tarafından ve Amerikan toplumunun ihtiyaçları ve çalışma şekline göre geliştirilmiştir. Türkiye’nin şu andaki durumunda rasyonel midir düşünmek gerekir.
Kısacası, TC devleti açık ve kesin bir karar verip, Batı değerlerini, kültürünü tereddütsüz benimsemeden ve buna ilişkin global ekonomik kararları uygulamağa koymadan ITIL’ın Türkiye’de adım adım, yavaş yavaş vb. uygulanması imkansız değilse bile zor bir iştir. Tabii, bu tür bir yaklaşımın başarısı, bir milletin binlerce yıllık kültürünü ‘silmeğe’ bağlanamaz. Türk insanının başarısı, ‘ense yapmağı’ bırakıp yaşamın her alanında yeni ve modern bir kültür (göbek atma kültürü değil) yaratabilmesine bağlıdır .
KAYNAKLAR:
1) The IT Infrastructure Library, An Introductory Overview of ITIL® V3, Version 1.0
Biz de adettir, saymak ölçmek ayıptır. Ne kadar kazandığınızı sayarsanız bereketi kaçar işinizin! Sevgilerimiz bile ölçülmez hatta bu yüzden ölçüsüzdür sevgilerimiz… Küçük çocukları annelerini ne kadar sevdiklerini göstermeğe zorlarız şaka yollu, kollarını açarak… Sevginin ölçülmezliğidir küçük çocuğun kendi kollarını alabildiğine açarak göstermeğe çalıştığı… Kısacası bizim kültürümüzde fazla ölçüp biçmek hesaplamak ayıptır.
Batı kültüründe ise hemen herşey ölçüp biçmeğe dayanır. ‘Eğer ölçemiyorsan yönetemezsin’ der çok bilinen bir Batı dünyası sözü… Amerikan kültüründe Avrupa’dan daha farklı olarak konsantrasyon ve hareket öndedir. Örneğin basketbol oyununda olduğu gibi… Hedefe konsantre olmak, ne yaptığını ne istediğini an be an bilerek hareket etmek, nesiller boyu bir milleti soyut ülküler değil somut bir davranış kültürüne göre yetiştirmek şüphesiz Amerikan başarısında önemli bir rol oynar.
Amerikan nüfüsunun temelinin, göçmenlerden ve onların yetiştirdiği yeni nesillerden oluştuğunu düşünürsek, hedefe konsantre olmak ve ne yaptığını bilmek kavramlarının niye bu kadar önemli olduğunu daha iyi anlarız.
Gemi ve denizcilik kültürüdür bütün bunların altında yatan. Nüvesinde yatan her bir ferdi onlarca gün süren çetin bir Atlantik yolculuğundan geçerek oluşmuş bir millettir Amerikalılar.
Bizim kültürümüz ise konsantre olan insanı pek sevmez… Biz hayal eden, dalan kendini duygularına kaptıran,
sevince coşan insanlar yetiştiririz. Bizim insanımız tepesi atınca gözü bir şey görmez, kasırga gibi eser, döver, savaşır. Bizim insanımız fedakardır, öyle hissederse eğer canı dahil herşeyini verir. Vb. Bizi bize anlatmağa gerek yok. Son bir nokta, biz kültürümüzü kendi haline bırakırız, pek yönlendiremeyiz Amerikalılar gibi…
Aslında, bu da bizim kültürümüzün ve içinde bulunduğumuz coğrafyanın bir gereğidir.
Şimdi bu durumda Batı dünyasında geliştirilmiş ITIL(1)’ı alıp Türkiye’ye uygulamak acaba ne kadar gerçekçi olur? Kısa bir süre ITIL’ı yayarak var olmak çabası içindeki bir şirkette yönetici olarak yaptığım kadarı ile, bu çok zor bir iş… Bakıyorsunuz konuştuğunuz kişi yukarıda bahsettiğim ‘ölçmezsen yönetemezsin’ prensibini dahi bilmiyor, bilse bile reddediyor. Ekonomik kararların çok kısa vadeli olarak verilebilmesi, yönetimden stratejisinden çok kısa süreli gerçekleşen olayların ve olguların anlık etkileri ile karar vermeğe ‘zorunlu’ bir yönetim anlayışı ölçmeği gereksiz hatta anlamsız kılabiliyor bir çok şirkette…
Bu durumda TIFIL uygulamasına geçmek için atılacak ilk adım, Yardım Masası ve Operasyonel durum gözlemeğe yönelik araçları kullanmak. Sorunların müşteri tarafından bildirilmesi ve kayda alınıp ilgililere atanması şu andaki Türkiye durumunda geçerli olabilecek bir hedef. Operasyonel durum gözlemeğe yönelik büyük panel ekranlar da gösterişi ve bir bakışta karışık ve geniş bir network üzerindeki sistemleri görmek için cazip… Ama Yardım Masası sistemine giren isteklerin takibi ve Hizmet Seviyeleri ile ilişkilendirilmesi gibi şeyler bizim ülkemiz ekonomisi ve insanı için fazla soyut ve hayali…
Ekonomideki sığlığın bir sonucu her alanda yetersiz eğitim, kalite ve sayıda eleman kullanımı. Ayrıca, ITIL’ın gerektirdiği karışık bir sistemi kurmağa yönelik donanım ve yazılım yatırımından kaçınan şirketlerin sayıları az da değil, üstelik sözünü ettiğim şirketler küçük te değil.
Bir başka sorun da, ITIL’a geçişin sürekli, adım adım ilerleyen sabırlı bir çalışma ve yatırım gerektirmesi… Bilmem bu size bir şey hatırlatıyor mu? Biz de çok yaygın bir yönetim tekniği, projeleri olabildiğince geciktirip daha sonra da en kısa sürede bitmeğe zorlayarak maliyetleri düşürmek değil midir?
ITIL konusunda hem IBM’in hem de HP ‘nin çeşitli ürünleri var. HP’nin sunduğu bazı ürünler .net’ten bile çok geri teknolojide fakat HP sunduğu ITIL ile ilişkili tüm ürünlerinin bütünsel işlevselliği ile dikkat çekiyor.
ITIL governance’ı yani yönetilebilirliği arttıran bir yaklaşım Yönetilebilirliğin artması yani yönetimin kontrol yeteneğinin artması daha alt seviyelerdeki çalışanların insiyatiflerini azaltıcı bir etki yapabilir bazı durumlarda.
Örneğin, Yardım Masası kanalı ile Hata Yönetimi, bazı durumlarda müşterinin doğrudan teknisyeni arayıp işini çabukça ve ‘kolayca’ halletmesini engelleyebilir. Unutmamak gerekir ki Governance Amerikan kültürü tarafından ve Amerikan toplumunun ihtiyaçları ve çalışma şekline göre geliştirilmiştir. Türkiye’nin şu andaki durumunda rasyonel midir düşünmek gerekir.
Kısacası, TC devleti açık ve kesin bir karar verip, Batı değerlerini, kültürünü tereddütsüz benimsemeden ve buna ilişkin global ekonomik kararları uygulamağa koymadan ITIL’ın Türkiye’de adım adım, yavaş yavaş vb. uygulanması imkansız değilse bile zor bir iştir. Tabii, bu tür bir yaklaşımın başarısı, bir milletin binlerce yıllık kültürünü ‘silmeğe’ bağlanamaz. Türk insanının başarısı, ‘ense yapmağı’ bırakıp yaşamın her alanında yeni ve modern bir kültür (göbek atma kültürü değil) yaratabilmesine bağlıdır .
KAYNAKLAR:
1) The IT Infrastructure Library, An Introductory Overview of ITIL® V3, Version 1.0
Sunday, May 10, 2009
KISACA ITIL NEDİR? What is ITIL in a few words?
ITIL (IT Infrastructure Library) Bilişim Teknolojisi Hizmet Yönetimi için en iyi uygulamalarca yönlendirilen
bir inşa iskeleti sağlar(1).
ITIL (IT Infrastructure Library) provides a framework of Best Practice guidance for IT Service Management(1).
ITIL dökümanlarında bulunan tavsiyeler tanımlayıcı ya da çare sunucu değildir fakat, ITIL’ın en iyi sonuçlar doğurduğu uygulamalara dayanır.
The advice contained within this guide is neither definitive nor prescriptive, but is based on ITIL Best Practice.
BT yöneticileri için baş edilmesi gereken güçlükler daha yüksek kalitede BT hizmetleri verebilmek için ticari yönetim ile eşgüdüm ve işbirliği içinde olmak ve hizmet veriş ile hizmet optimizasyonunda daha ticari ve müşteri odaklı olmaktır.
The challenges for IT managers are to co-ordinate and work in partnership with the business to deliver high quality IT services a more business and customer oriented approach to delivering services and cost optimization
Hizmet Yönetiminin birincil hedefi BT hizmetlerinin ticari ihtiyaçlara uygunluğunu ve onlara desteğini güvence altına almasıdır. BT hizmetlerinin ticari süreçleri desteklemesi zorunludur, fakat BT’nin ticari dönüşümü kolaylaştırıcı bir aracı rolünü oynaması da giderek önem kazanmaktadır.
The primary objective of Service Management is to ensure that the IT services are aligned to the business needs and actively support them. It is imperative that the IT services underpin the business processes, but it is also increasingly important that IT acts as an agent for change to facilitate business transformation.
Bir hizmet belirli bedelleri ödemek ve riskleri almak zorunda kalmadan müşterinin istediği sonuçları elde edişini kolaylaştırarak müşteriye artı-değer teslim etmenin bir yoludur.
A service is a means of delivering value to customers by facilitating outcomes customers want to achieve without the ownership of specific costs and risks.
Hizmet Yönetimi müşterilere hizmetler şeklinde artı-değer sağlamak için gerekli bir dizi uzmanlaşmış kurumsal yeteneklerdir.
Service Management is a set of specialized organizational capabilities for providing value to customers in the form of services.
Hizmet yönetimi yalnızca hizmetleri teslim etmekten daha ötesi ile ilgilenir. Her hizmet, süreç veya altyapı bileşeni bir yaşam-döngüsüne sahiptir ve hizmet yönetimi strateji ile başlayıp tasarım ve operasyonel duruma geçiş ve sürekli iyileştirişi dikkate alır.
Service management is concerned with more than just delivering services. Each service, process or infrastructure component has a lifecycle, and service management considers the entire lifecycle from strategy through design and transition to operation and continual improvement.
ITIL BT hizmet yönetiminde en başarılı uygulamaları tarif eden bir kamu çerçeve-yapısıdır. BT’nin yönetilebilirliği için bir çerçeve-yapı, ‘hizmet zarfı’ sağlar ve teslim edilen BT hizmeti kalitesinin sürekli ölçümü ve geliştirilmesi üzerine hem ticari hem de müşteri bakış açılarından yoğunlaşır
ITIL is a public framework that describes Best Practice in IT service management. It provides a framework for the governance of IT, the ‘service wrap’, and focuses on the continual measurement and improvement of the quality of IT service delivered, from both a business and a customer perspective.
ITIL İngiltere’de Central Communications and Telecommunications Agency (CCTA) adına Her Majesty’s Stationery Office (HMSO) tarafından 1989 ve 1995 yıllarında basılmıştır. CCTA şimdi Office of
Government Commerce (OGC) altına alınmıştır. İlk kullanımı İngiltere ve Hollanda ile sınırlı idi. ITIL’ın ikinci bir versiyonu 2000 ve 2004 yılları arasında bir dizi düzeltilmiş kitap olarak basılmıştır.
ITIL was published between 1989 and 1995 by Her Majesty’s Stationery Office (HMSO) in the UK on behalf of the Central Communications and Telecommunications Agency (CCTA) – now subsumed within the Office of Government Commerce (OGC). Its early use was principally confined to the UK and Netherlands. A second version of ITIL was published as a set of revised books between 2000 and 2004.
Bir ITIL rehberinin anahtar kısımları:
Key sections within an ITIL guide:
Hizmet Stratejisi: Stratejik hedeflerin başarılışı stratejik varlıkların kullanımını gerektirir. Bu rehber hizmet yönetiminin stratejik bir varlığa nasıl dönüşeceğini gösterir.
Service Strategy: The achievement of strategic goals or objectives requires the use of strategic assets. The guidance shows how to transform service management into a strategic asset.
Hizmet Tasarımı: Kaliteli Hizmet teslimini, müşteri memnuniyetini ve etkin maliyetli hizmet sağlanışını
güvence altına almak amacıyla stratejiyi gerçekleştirmek ve hizmetlerin gerçek hayattaki ortama geçişini kolaylaştırmak için BT hizmetlerinin tasarımına BT uygulamaları ve süreçleri ile birlikte rehberlik etmek.
Service Design: guidance on designing IT services, along with the governing IT practices, processes and policies, to realize the strategy and facilitate the introduction of services into the live environment ensuring quality service delivery, customer satisfaction and cost-effective service provision.
Hizmete Geçiş: yeni ve değişikliğe uğramış hizmetlerin işletime geçişini sağlayacak yeteneklerin geliştirilişi
İle ilgili rehberlik; Hizmet Stratejisinin Hizmet Tasarımında yazılı gereklerinin Hizmet İşletiminde etkin bir şekilde uygulanmasını hata ve kesinti risklerini kontrol altında tutarak garanti etmek.
Service Transition: guidance for the development of capabilities for transitioning new and changed services into operations, ensuring the requirements of Service Strategy, encoded in Service Design, are effectively realized in Service Operations while controlling the risks of failure and disruption.
Hizmet İşletimi: Müşteri ve hizmet sağlayıcı için değer sağlanışını garanti amacıyla hizmetlerin teslim ve destek aşamalarında etkinlik ve verimlilik elde etmek üzerine rehberlik. Stratejik hedefler nihai olarak Hizmet İşletimi tarafından gerçekleştirilir.
Service Operation: guidance on achieving effectiveness and efficiency in the delivery and support of services to ensure value for the customer and the service provider. Strategic objectives are ultimately realized through Service Operations.
Hizmet İyileştirmesi: daha iyi tasarım, hizmetlerin tanıtımı ve uygulanışı, iyileştirme çabalarını ve sonuçlarını Hizmet Stratejisi, Tasarım, İşletime Geçiş ve İşletim ile ilişkilendirişte müşteriler için artı değer yaratmak ve var olan değerleri sürdürmek.
Service Improvement: guidance in creating and maintaining value for customers through better design, introduction and operation of services, linking improvement efforts and outcomes with Service Strategy, Design, Transition and Operation.
REFERENCES:
1) The IT Infrastructure Library, An Introductory Overview of ITIL® V3, Version 1.0
bir inşa iskeleti sağlar(1).
ITIL (IT Infrastructure Library) provides a framework of Best Practice guidance for IT Service Management(1).
ITIL dökümanlarında bulunan tavsiyeler tanımlayıcı ya da çare sunucu değildir fakat, ITIL’ın en iyi sonuçlar doğurduğu uygulamalara dayanır.
The advice contained within this guide is neither definitive nor prescriptive, but is based on ITIL Best Practice.
BT yöneticileri için baş edilmesi gereken güçlükler daha yüksek kalitede BT hizmetleri verebilmek için ticari yönetim ile eşgüdüm ve işbirliği içinde olmak ve hizmet veriş ile hizmet optimizasyonunda daha ticari ve müşteri odaklı olmaktır.
The challenges for IT managers are to co-ordinate and work in partnership with the business to deliver high quality IT services a more business and customer oriented approach to delivering services and cost optimization
Hizmet Yönetiminin birincil hedefi BT hizmetlerinin ticari ihtiyaçlara uygunluğunu ve onlara desteğini güvence altına almasıdır. BT hizmetlerinin ticari süreçleri desteklemesi zorunludur, fakat BT’nin ticari dönüşümü kolaylaştırıcı bir aracı rolünü oynaması da giderek önem kazanmaktadır.
The primary objective of Service Management is to ensure that the IT services are aligned to the business needs and actively support them. It is imperative that the IT services underpin the business processes, but it is also increasingly important that IT acts as an agent for change to facilitate business transformation.
Bir hizmet belirli bedelleri ödemek ve riskleri almak zorunda kalmadan müşterinin istediği sonuçları elde edişini kolaylaştırarak müşteriye artı-değer teslim etmenin bir yoludur.
A service is a means of delivering value to customers by facilitating outcomes customers want to achieve without the ownership of specific costs and risks.
Hizmet Yönetimi müşterilere hizmetler şeklinde artı-değer sağlamak için gerekli bir dizi uzmanlaşmış kurumsal yeteneklerdir.
Service Management is a set of specialized organizational capabilities for providing value to customers in the form of services.
Hizmet yönetimi yalnızca hizmetleri teslim etmekten daha ötesi ile ilgilenir. Her hizmet, süreç veya altyapı bileşeni bir yaşam-döngüsüne sahiptir ve hizmet yönetimi strateji ile başlayıp tasarım ve operasyonel duruma geçiş ve sürekli iyileştirişi dikkate alır.
Service management is concerned with more than just delivering services. Each service, process or infrastructure component has a lifecycle, and service management considers the entire lifecycle from strategy through design and transition to operation and continual improvement.
ITIL BT hizmet yönetiminde en başarılı uygulamaları tarif eden bir kamu çerçeve-yapısıdır. BT’nin yönetilebilirliği için bir çerçeve-yapı, ‘hizmet zarfı’ sağlar ve teslim edilen BT hizmeti kalitesinin sürekli ölçümü ve geliştirilmesi üzerine hem ticari hem de müşteri bakış açılarından yoğunlaşır
ITIL is a public framework that describes Best Practice in IT service management. It provides a framework for the governance of IT, the ‘service wrap’, and focuses on the continual measurement and improvement of the quality of IT service delivered, from both a business and a customer perspective.
ITIL İngiltere’de Central Communications and Telecommunications Agency (CCTA) adına Her Majesty’s Stationery Office (HMSO) tarafından 1989 ve 1995 yıllarında basılmıştır. CCTA şimdi Office of
Government Commerce (OGC) altına alınmıştır. İlk kullanımı İngiltere ve Hollanda ile sınırlı idi. ITIL’ın ikinci bir versiyonu 2000 ve 2004 yılları arasında bir dizi düzeltilmiş kitap olarak basılmıştır.
ITIL was published between 1989 and 1995 by Her Majesty’s Stationery Office (HMSO) in the UK on behalf of the Central Communications and Telecommunications Agency (CCTA) – now subsumed within the Office of Government Commerce (OGC). Its early use was principally confined to the UK and Netherlands. A second version of ITIL was published as a set of revised books between 2000 and 2004.
Bir ITIL rehberinin anahtar kısımları:
Key sections within an ITIL guide:
Hizmet Stratejisi: Stratejik hedeflerin başarılışı stratejik varlıkların kullanımını gerektirir. Bu rehber hizmet yönetiminin stratejik bir varlığa nasıl dönüşeceğini gösterir.
Service Strategy: The achievement of strategic goals or objectives requires the use of strategic assets. The guidance shows how to transform service management into a strategic asset.
Hizmet Tasarımı: Kaliteli Hizmet teslimini, müşteri memnuniyetini ve etkin maliyetli hizmet sağlanışını
güvence altına almak amacıyla stratejiyi gerçekleştirmek ve hizmetlerin gerçek hayattaki ortama geçişini kolaylaştırmak için BT hizmetlerinin tasarımına BT uygulamaları ve süreçleri ile birlikte rehberlik etmek.
Service Design: guidance on designing IT services, along with the governing IT practices, processes and policies, to realize the strategy and facilitate the introduction of services into the live environment ensuring quality service delivery, customer satisfaction and cost-effective service provision.
Hizmete Geçiş: yeni ve değişikliğe uğramış hizmetlerin işletime geçişini sağlayacak yeteneklerin geliştirilişi
İle ilgili rehberlik; Hizmet Stratejisinin Hizmet Tasarımında yazılı gereklerinin Hizmet İşletiminde etkin bir şekilde uygulanmasını hata ve kesinti risklerini kontrol altında tutarak garanti etmek.
Service Transition: guidance for the development of capabilities for transitioning new and changed services into operations, ensuring the requirements of Service Strategy, encoded in Service Design, are effectively realized in Service Operations while controlling the risks of failure and disruption.
Hizmet İşletimi: Müşteri ve hizmet sağlayıcı için değer sağlanışını garanti amacıyla hizmetlerin teslim ve destek aşamalarında etkinlik ve verimlilik elde etmek üzerine rehberlik. Stratejik hedefler nihai olarak Hizmet İşletimi tarafından gerçekleştirilir.
Service Operation: guidance on achieving effectiveness and efficiency in the delivery and support of services to ensure value for the customer and the service provider. Strategic objectives are ultimately realized through Service Operations.
Hizmet İyileştirmesi: daha iyi tasarım, hizmetlerin tanıtımı ve uygulanışı, iyileştirme çabalarını ve sonuçlarını Hizmet Stratejisi, Tasarım, İşletime Geçiş ve İşletim ile ilişkilendirişte müşteriler için artı değer yaratmak ve var olan değerleri sürdürmek.
Service Improvement: guidance in creating and maintaining value for customers through better design, introduction and operation of services, linking improvement efforts and outcomes with Service Strategy, Design, Transition and Operation.
REFERENCES:
1) The IT Infrastructure Library, An Introductory Overview of ITIL® V3, Version 1.0
Saturday, April 11, 2009
YOĞUN DİKKATTEN SONRA RAHATLAMAK – 3
HAYAL KURMANIN BİR İŞLEVİ
Görerek ve bakarak konsatrasyon düzeyimizi ayarlarız. Normal hayatta bunların doğal olay akışı içinde birbirlerini dengeleyişi zihin hızımızı da ayarlar. Motivasyon, başarı HAYALİ ya da başarı ile geleceği HAYAL edilen şeyler beden ve zihin kapasitemizin artmasına yol açarak görevimizi kolaylıkla yapmamızı sağlar.
Zihnimizin çalışma şeklini canlandıran görmek metaforuna dönersek; Bir şeye dikkatimizi toplar ve one dik dik bakarsak, giderek bakış odağımızın daraldığını, konsantrasyonun had safhada arttığını, öte yandan ambient’ın da arttığını ve biraz sonra bulanık bir görüntüye geçtiğimizi ve gözümüzün daldığını fark edersiniz. Doğal bir kontrol mekanizması konsantrasyonun çok aşırı şekilde artmasını engeller. Günlük yaşantımızda bilinçli kontrole dayanan odaklı görüş, bilinçaltı kontrole dayanan ambient görüş ile dengelenir.
Ancak profesyonel anlamda bir iş yaparken, ya da uzun süreli yoğun dikkat (long duration high concentration) gerektiren işler yaparken bu doğal denge mekanizmasını bilinçli olarak, kontrol yeteneğimiz ile engelleriz. Bunun sonucunda, işimizi bitirdikten sonra, normal zihinsel sistemlerimizin otomatik olarak yok edemediği bir zihinsel ‘yorgunluk’la karşı karşıya kalırız. Yoğun dikkatten rahatlamak için o görev süresince kullandığımız bellekleri silmemiz, ya da yaptıklarımızı unutmamız gerekir. Bu basit bir unutma işlemi değildir. Edinilen tecrübeleri, öğrenilen bilgileri düzenleyip saklamak fakat aynı zamanda iş yapılırken kurulmuş semantik ilişkilerin, bilgilerin bilincimizce ‘işe yaramayanlarını’ bir şekilde silmek yani bilgisayar dilinde ‘çöp temizliği’(‘garbage collection’) yapmamız gerekir. Bu nedenle aslında görev bittiğinde, zihinsel faaliyet bitmemiştir ve proje değerlendirme
vb toplantılar yalnızca organizasyonel birikimin korunması açısından değil bireylerin zihinsel sağlıkları açısından da önemlidir.
İnsan zihninde ‘garbage collection’ işlevini sağlayan işlemlerden biri HAYAL etmektir. Yukarıda sözünü ettiğim değerledirme toplantılarında ‘şöyle olmasaydı da şöyle yapsaydık’ nasıl olurdu şeklindeki varsayımlara dayanan değerlendirmeler, yapılan işin rutin parçalarından öte olabilecek diğer olasılıkları, imkanları ve fırsatları görmemizi sağlar.
Konunun organizasyonel yönü ile ilgili ayrı bir makale yazacağım. Şimdi yine bireysel zihinsel faaliyetlere geri dönelim. Zihnimizin muhakeme yürüttüğümüz kısmı yani çalışma belleği (working memory) bilgisayar belleği gibi düz ve ardışık bir bellek gözleri sayfası şeklinde değildir. Parçalı ve dağınık çok geniş bağlantılar içeren bir yapıdır. Aslında working memory bir anda ya da belirli bir süre içinde bağlı tutulabilen ve adreslenebilen, beyin içinde dağınık konumlarda bulunan neuronlar topluluğudur. Çalışma belleği (Working memory)’nin genişliği ihtiyaca göre değişir. Gerek olduğunda input bufferlar ve uzun dönem bellek bufferları bile working memory’ye katılabilir. Bu durum uzun süreli yüksek konsantrasyon’dur ve büyük sistem mühendisleri, yazılım uzmanlarında sık sık görülür.
Dikkati dağıtmak için ise kurulmuş olan ilişkileri silmek gerekir. İlişkiler bilgisayarda olduğu gibi tek bir komutla silinemez. Elektrikle yapılan beyin şoku hariç… Unutmak için yazılmış olan bilginin üstüne yeni bir şey yazılması gerekir. Bu aslında pratik olarak imkansızdır. Çünkü bilgi eğer yeteri kadar süre dikkat altında kaldıysa, çok geniş bir bilgi ağı ile ilişkilendirilir, madde ve varoluşa kadar giden bir otomatik soyutlamadır bu… Yine de bilginin gündemde kaldığı süre ile orantılı bir süre tazelenmezse zaman aşımına uğrayarak kendiliğinden unutulabileceğini ya da erişiminin zamanla imkansız hale kadar güçleşeceğini söyleyebiliriz. Tabii bu durum konuya bağlıdır. Benlik ile ilgili kişisel şeylerin silinmesi çok daha güçtür.
Büyük sistemlerde çalışan bir mühendis, ya da belirli bir projede 3-4 aydan uzun süre çalışmak durumundaki bir mühendis akşam eve gittikten sonra ertesi gün bıraktığı yerden işine devam etmek durumundadır. Sonuçta uzun süreli olarak yaklaşık aynı konu etrafında tazelenen bir dikkat ve giderek artan bir zihinsel kapasite söz konusu.
Bu tür işler yapan bir mühendisin akşam eve gittiğinde o gün olanları ne kadar silmeğe çalışırsa çalışsın başarı şansı azdır. Bu kişisel bir sorun değil projenin başarısını da etkileyen organizasyonel bir sorundur. Amerikan yaklaşımında, bu duruma karşı ekip çalışması öne çıkartılarak bireylerin çok dar bir alanda çalışaması sağlanır. Böylece, konsantre olunan alan dar tutularak, buna ilişkin oluşacak semantik ağ daraltılır ve birey üzerindeki yük azaltılır. Tabii, bu durum arayüzler ve sğesifikasyonların önemini arttıran organizasyonel bir maliyet getirir.
Benim önerim, biraz Avrupa yaklaşımına yakın. Üniversite eğitimlerinde, mühendislerin HCI(Human Computer Interaction) ile başlayıp HSI(Human System Interaction)’a kadar giden en az 3 ders çerçevesinde genel psikoloji ve sistem psikolojisi eğitimi almaları. Ayrıca, sanayide de bu konuların uygulanmasına yönelik OOP’ye benzer ‘moda rüzgarları’ estirmek gerekir. Üretici insanın zihinsel kapasitesini azami olarak kullanabilmek için onu da tıpkı bir pilot ya da diğer büyük sistem operatörü gibi özel olarak eğitmek ve kendisini daha iyi bilmesini sağlamak gerekir. Büyük sistemlerde operatörlere uygulanan zihinsel sağlık kontrolleri mühendislere de uygulanmalıdır.
McKIM ‘in ‘Experiences in Visual Thinking’ adlı kitabının ‘Yönlendirilmiş Hayal’ adlı bölümünde endişeye karşı şu çözüm önerilir: “Pasif olumsuz endişeyi kontrol ediniz ve onu üretken bir hayal biçimine dönüştürünüz. Eğer olabilecek bir başarısızlıktan endişe ediyorsanız, aksine olabilecek memnun edici sonucu hayal ediniz. Bir teslim zamanını(deadline) kaçırmaktan endişe ediyorsanız, onu zamanında yakaladığınızda duyacağınız mutluluğu hayal ediniz. …” McKim küçük konular dışında hayal etmenin uzman kişiler gözeteminde kullanılması gereken bir yöntem olduğunu yazar.
İnanıyorum ki, uzun süreli yoğun dikkatten sonra, düşünme hızını düşürücü yöntemlerin yanında, o gün yapılan işlere ya da olan olaylara ilişkin küçük hayaller kurmak, belki çok saçma, ilişkisiz, komik hayaller, zihninizi ve hayal gücünüzü, bilinç altınızı serbest bırakmak, oluşmuş olan semantik ilişkiler yükünü unutmağa yardımcı olabilir.
Sartre ‘Hayal ve Duygu’ (‘Imagination and Emotion’) adlı eserinde “bir bilincin hayal edebilmesi için temel gerekliliğin gerçek olmayan bir hipotez ileri sürebilmesidir” der. Kısacası, hayal edebilmek için, var olan olguların dışında ve onların belirttiği gerçeğe aykırı bir hipotez ileri sürmeniz gerekir. Düşünülürse eğer, bunu tüm yönleri ile yapmanın imkansıza yakın derecede zor olduğunu fark edersiniz. Sartre bunun en azından belirli bir bakış açısı kullanılarak yapılabileceğini belirtir. Sartre, “Bilincin hayal edebilmesi için, doğası gereği dünyadan kaçabilmesi gerektiğini; kendi çabaları ile dünyadan elini eteğini çekebilir olması gerektiğini” belirtir. Bunun için “Tek kelime ile bilinç özgür olmalıdır”.
Sartre’ın Hayal ve Duygu adlı eseri, hayal etmenin uzun süreli yoğun dikkatten sonra yukarıda açıkladığım zihinsel ‘çöp temizliği’ (‘garbage collection’) işlevini göreceğine ilişkin güçlü deliller içermektedir. Bu konudaki iddiamı daha sonraki daha yoğun makalelerimde tekrar ele alacağım.
“İnsan hayal gücünü kontrol edebildiği ölçüde büyür.” (Rolf Alexander, The Mind in Healing, Dutton).
Ali R+ SARAL
Görerek ve bakarak konsatrasyon düzeyimizi ayarlarız. Normal hayatta bunların doğal olay akışı içinde birbirlerini dengeleyişi zihin hızımızı da ayarlar. Motivasyon, başarı HAYALİ ya da başarı ile geleceği HAYAL edilen şeyler beden ve zihin kapasitemizin artmasına yol açarak görevimizi kolaylıkla yapmamızı sağlar.
Zihnimizin çalışma şeklini canlandıran görmek metaforuna dönersek; Bir şeye dikkatimizi toplar ve one dik dik bakarsak, giderek bakış odağımızın daraldığını, konsantrasyonun had safhada arttığını, öte yandan ambient’ın da arttığını ve biraz sonra bulanık bir görüntüye geçtiğimizi ve gözümüzün daldığını fark edersiniz. Doğal bir kontrol mekanizması konsantrasyonun çok aşırı şekilde artmasını engeller. Günlük yaşantımızda bilinçli kontrole dayanan odaklı görüş, bilinçaltı kontrole dayanan ambient görüş ile dengelenir.
Ancak profesyonel anlamda bir iş yaparken, ya da uzun süreli yoğun dikkat (long duration high concentration) gerektiren işler yaparken bu doğal denge mekanizmasını bilinçli olarak, kontrol yeteneğimiz ile engelleriz. Bunun sonucunda, işimizi bitirdikten sonra, normal zihinsel sistemlerimizin otomatik olarak yok edemediği bir zihinsel ‘yorgunluk’la karşı karşıya kalırız. Yoğun dikkatten rahatlamak için o görev süresince kullandığımız bellekleri silmemiz, ya da yaptıklarımızı unutmamız gerekir. Bu basit bir unutma işlemi değildir. Edinilen tecrübeleri, öğrenilen bilgileri düzenleyip saklamak fakat aynı zamanda iş yapılırken kurulmuş semantik ilişkilerin, bilgilerin bilincimizce ‘işe yaramayanlarını’ bir şekilde silmek yani bilgisayar dilinde ‘çöp temizliği’(‘garbage collection’) yapmamız gerekir. Bu nedenle aslında görev bittiğinde, zihinsel faaliyet bitmemiştir ve proje değerlendirme
vb toplantılar yalnızca organizasyonel birikimin korunması açısından değil bireylerin zihinsel sağlıkları açısından da önemlidir.
İnsan zihninde ‘garbage collection’ işlevini sağlayan işlemlerden biri HAYAL etmektir. Yukarıda sözünü ettiğim değerledirme toplantılarında ‘şöyle olmasaydı da şöyle yapsaydık’ nasıl olurdu şeklindeki varsayımlara dayanan değerlendirmeler, yapılan işin rutin parçalarından öte olabilecek diğer olasılıkları, imkanları ve fırsatları görmemizi sağlar.
Konunun organizasyonel yönü ile ilgili ayrı bir makale yazacağım. Şimdi yine bireysel zihinsel faaliyetlere geri dönelim. Zihnimizin muhakeme yürüttüğümüz kısmı yani çalışma belleği (working memory) bilgisayar belleği gibi düz ve ardışık bir bellek gözleri sayfası şeklinde değildir. Parçalı ve dağınık çok geniş bağlantılar içeren bir yapıdır. Aslında working memory bir anda ya da belirli bir süre içinde bağlı tutulabilen ve adreslenebilen, beyin içinde dağınık konumlarda bulunan neuronlar topluluğudur. Çalışma belleği (Working memory)’nin genişliği ihtiyaca göre değişir. Gerek olduğunda input bufferlar ve uzun dönem bellek bufferları bile working memory’ye katılabilir. Bu durum uzun süreli yüksek konsantrasyon’dur ve büyük sistem mühendisleri, yazılım uzmanlarında sık sık görülür.
Dikkati dağıtmak için ise kurulmuş olan ilişkileri silmek gerekir. İlişkiler bilgisayarda olduğu gibi tek bir komutla silinemez. Elektrikle yapılan beyin şoku hariç… Unutmak için yazılmış olan bilginin üstüne yeni bir şey yazılması gerekir. Bu aslında pratik olarak imkansızdır. Çünkü bilgi eğer yeteri kadar süre dikkat altında kaldıysa, çok geniş bir bilgi ağı ile ilişkilendirilir, madde ve varoluşa kadar giden bir otomatik soyutlamadır bu… Yine de bilginin gündemde kaldığı süre ile orantılı bir süre tazelenmezse zaman aşımına uğrayarak kendiliğinden unutulabileceğini ya da erişiminin zamanla imkansız hale kadar güçleşeceğini söyleyebiliriz. Tabii bu durum konuya bağlıdır. Benlik ile ilgili kişisel şeylerin silinmesi çok daha güçtür.
Büyük sistemlerde çalışan bir mühendis, ya da belirli bir projede 3-4 aydan uzun süre çalışmak durumundaki bir mühendis akşam eve gittikten sonra ertesi gün bıraktığı yerden işine devam etmek durumundadır. Sonuçta uzun süreli olarak yaklaşık aynı konu etrafında tazelenen bir dikkat ve giderek artan bir zihinsel kapasite söz konusu.
Bu tür işler yapan bir mühendisin akşam eve gittiğinde o gün olanları ne kadar silmeğe çalışırsa çalışsın başarı şansı azdır. Bu kişisel bir sorun değil projenin başarısını da etkileyen organizasyonel bir sorundur. Amerikan yaklaşımında, bu duruma karşı ekip çalışması öne çıkartılarak bireylerin çok dar bir alanda çalışaması sağlanır. Böylece, konsantre olunan alan dar tutularak, buna ilişkin oluşacak semantik ağ daraltılır ve birey üzerindeki yük azaltılır. Tabii, bu durum arayüzler ve sğesifikasyonların önemini arttıran organizasyonel bir maliyet getirir.
Benim önerim, biraz Avrupa yaklaşımına yakın. Üniversite eğitimlerinde, mühendislerin HCI(Human Computer Interaction) ile başlayıp HSI(Human System Interaction)’a kadar giden en az 3 ders çerçevesinde genel psikoloji ve sistem psikolojisi eğitimi almaları. Ayrıca, sanayide de bu konuların uygulanmasına yönelik OOP’ye benzer ‘moda rüzgarları’ estirmek gerekir. Üretici insanın zihinsel kapasitesini azami olarak kullanabilmek için onu da tıpkı bir pilot ya da diğer büyük sistem operatörü gibi özel olarak eğitmek ve kendisini daha iyi bilmesini sağlamak gerekir. Büyük sistemlerde operatörlere uygulanan zihinsel sağlık kontrolleri mühendislere de uygulanmalıdır.
McKIM ‘in ‘Experiences in Visual Thinking’ adlı kitabının ‘Yönlendirilmiş Hayal’ adlı bölümünde endişeye karşı şu çözüm önerilir: “Pasif olumsuz endişeyi kontrol ediniz ve onu üretken bir hayal biçimine dönüştürünüz. Eğer olabilecek bir başarısızlıktan endişe ediyorsanız, aksine olabilecek memnun edici sonucu hayal ediniz. Bir teslim zamanını(deadline) kaçırmaktan endişe ediyorsanız, onu zamanında yakaladığınızda duyacağınız mutluluğu hayal ediniz. …” McKim küçük konular dışında hayal etmenin uzman kişiler gözeteminde kullanılması gereken bir yöntem olduğunu yazar.
İnanıyorum ki, uzun süreli yoğun dikkatten sonra, düşünme hızını düşürücü yöntemlerin yanında, o gün yapılan işlere ya da olan olaylara ilişkin küçük hayaller kurmak, belki çok saçma, ilişkisiz, komik hayaller, zihninizi ve hayal gücünüzü, bilinç altınızı serbest bırakmak, oluşmuş olan semantik ilişkiler yükünü unutmağa yardımcı olabilir.
Sartre ‘Hayal ve Duygu’ (‘Imagination and Emotion’) adlı eserinde “bir bilincin hayal edebilmesi için temel gerekliliğin gerçek olmayan bir hipotez ileri sürebilmesidir” der. Kısacası, hayal edebilmek için, var olan olguların dışında ve onların belirttiği gerçeğe aykırı bir hipotez ileri sürmeniz gerekir. Düşünülürse eğer, bunu tüm yönleri ile yapmanın imkansıza yakın derecede zor olduğunu fark edersiniz. Sartre bunun en azından belirli bir bakış açısı kullanılarak yapılabileceğini belirtir. Sartre, “Bilincin hayal edebilmesi için, doğası gereği dünyadan kaçabilmesi gerektiğini; kendi çabaları ile dünyadan elini eteğini çekebilir olması gerektiğini” belirtir. Bunun için “Tek kelime ile bilinç özgür olmalıdır”.
Sartre’ın Hayal ve Duygu adlı eseri, hayal etmenin uzun süreli yoğun dikkatten sonra yukarıda açıkladığım zihinsel ‘çöp temizliği’ (‘garbage collection’) işlevini göreceğine ilişkin güçlü deliller içermektedir. Bu konudaki iddiamı daha sonraki daha yoğun makalelerimde tekrar ele alacağım.
“İnsan hayal gücünü kontrol edebildiği ölçüde büyür.” (Rolf Alexander, The Mind in Healing, Dutton).
Ali R+ SARAL
Wednesday, March 11, 2009
YOĞUN DİKKATTEN SONRA RAHATLAMAK - 2
UNUTMAK – BEYİN ENERJİSİNİ BOŞALTMAK
Zihinsel olarak rahatlamak nedir? Dikkatinizi toplamış olduğunuz şeyi ve onunla anlamsal (semantik) olarak ilgili diğer şeyleri unutmaktır. Yani ilgilenmekte olduğunuz şeyi ve onun ilişkilerini unutmak.
Konsantre olmak dikkatinizi bir konuya toplamak beynin çalışma belleğinde bulunan konuyla ilgisiz şeyleri
unutmak, onların bulunduğu bellek adreslerine konu ile ilgili olanları getirmektir. Aslında beynin çalışma belleğini bir bilgisayar adres sayfası şeklinden çok, bağlantı ağırlıkları değiştirilebilen ya da sıfıra indirilip kopartılabilen esnek bir ilişkili hücreler ağı ve ağları gibi düşünmek gerekir. Dikkat toplama durumunda çalışma belleğini oluşturan beynimiz içinde dağınık çeşitli kısımların ilgili hücreleri arasındaki ilişkilerden konu ile ilgili olanların ağırlıkları arttırılır.
Yoğun konsantrasyon durumu ise konunun üzerine toplanan dikkatin uygulama süresi ve odaklanma niteliği arttırıldığında gerçekleşir. Uzun süreli yoğun konsantrasyon ise belirli bir konuda 3 ay 6 ay gibi uzun sürelerle yoğunlaşıldığında ortaya çıkar. Bu durumda, beyin sınırlı bir konuda çok geniş bir bilgi birikimi oluşturur ve bu bilgi ile sonuca gitmeğe çalışır (örn büyük sistemlere ait yazılım projelerinde).
Uzun süreli yoğun konsantrasyon durumunda beyin algılamaya ilişkin tampon(geçici depo) belleklerini bile çalışma belleğine ve onun çevresinde oluşturduğu yakın dönem belleği(episodik ve diğer) katmanına katar. Büyük sistem mühendislerinde görülen hareket yavaşlığı ya da ameliyattan çıkan operatörlerde gözlenen davranışlar, her iki grupta eşyalarını hep aynı yere koymak gibi eğilimler… aşırı zihinsel zorlanma sonucundadır. Bu zorlanma, çalışma belleğinin normalin üstünde genişlemesi ve yakın zaman belleğinin ilişkilerle aşırı yüklenmesindendir. Episodik bellek ve temel duyulara ait tampon bellekler de çalışma belleğine katılır. Durum öyle bir hal alır ki, araba kullanırken trafikte kırmızı ışıkta durmuş olduğunuz gibi, çok basit şeyleri kısa süre sonra hatırlıyamaz hale gelirsiniz. Koku ve tat alma duygularınız zayıflar.
Aşırı zihinsel zorlanma durumunda beynimiz sonuca gitmek için yalnızca konu içindeki öğelerin ilişkilerini arttırmakla kalmaz. Ayrıca genel olarak ilişkilendirme ve sonuca gitmeyi kolaylaştırıcı önlemler alır. Vücudun hormonlar yayınlamasını sağlayarak beyin hücrelerinin oluşturduğu sinir ağlarının iletkenlik özelliklerini değiştirir. Böylece karar almağı belirleyen karar eşikleri düşer ve doğru ya da yanlış ne olursa olsun sonuca gitmek kolaylaşır. Bunu sağlayan hormonların salgılanması kişinin duygusal yapısını da etkiler. Mühendislik projelerinin sonunda kişilerin aşırı hassaslaşması, hiç kavga etmeyen kişilerin çatışması daha sonra da iş bittiğinde sanki hiçbir şey olmamış gibi devam etmeleri tesadüf değildir.
Aşırı zorlanma durumunda beynin vücuda gönderdiği komutlar ile salgılanan hormonlar yalnızca kişinin duygusal (affektif) davranışını ve karar eşiklerini etkilemekle kalmaz. Oluşan affektif değişiklikler düşünme hızını da etkiler. Hormonların oluşturduğu yeni propagasyon ortamının özellikleri yalnızca makro seviyede kararların çabuk verilişini değil, ilişkilerin kuruluşu ve ilişki önemlerinin belirlenişi gibi mikro olayları da hızlandırır. Örneğin olağanüstü durumlarda, acil durumlarda ne olduğumuzun farkına varmadan gösterdiğimiz doğru tepkilerin altında düşünce hızının hormonal olarak ayarlanışı da yatar, otomatik süreçlerin devreye girişinin yanında.
Yoğun dikkat ve uzun süreli yoğun dikkat durumunun global bir sonucu ise kişinin zihinsel kontrol yeteneğinin normal seviyelerin üzerine çıkmasıdır. Bunun bir göstergesi, konuşma yeteneği, yabancı dil kullanımı yeteneği,
artar, algılama hassasiyeti aşırı artar. Çalışırken bilgisayar ekranınızda her zaman fark etmediğiniz küçük şeyler görmeğe başlarsınız, geçmişe ilişkin olayların hiç farkına varmadığınız ilişkisel ayrıntılarını hatırlamağa fark etmeğe başlarsınız.
Düşünce hızının biraz daha artması ciddi sorunlar yaratır. Hayaller görmeğe başlarsınız ya da sesler duymağa başlarsınız. Dil konusunda sıkıntılar başlar. Almanca konuşmaları dinlerken Türkçe sözler duymağa başlarsınız. Hep aynı sorunlar kafanızda dönüp dolaşıp aklınıza gelir.
Bunalmış bir insanın önemli bir sorunu unutamamaktır. Her şeyi bir kenara koyup sorunlara taze bir kafa ile yeniden bakamamak çözümlere ulaşmağı engellediği gibi zihinsel rahatsızlığın derinleşmesine de neden olur.
Bu durumda uzun ve güzel bir tatile çıkayım düzelirim yaklaşımı da çözüm vermeyebilir. Eve dönüp kapıyı açtığınızda bütün sorunları aynen karşınızda bulursunuz. Üstelik sorunları rafa kaldırıp sonra yeniden indirmenin getirdiği zihinsel yük te üstünüze biner.
Dikkatli bakılırsa sorunun en yoğun olduğu aşamalar sorunun çözümüne ilişkin ipuçları verebilir. Unutmak bu ipuçlarından önde gelen bir yeteneğimiz. Yoğun bir günden sonra o günde olanların hiç değilse ayrıntılarını bir şekilde unutabiliyorsak, akşam bunlar tekrar geri gelmiyorsa aklımıza her şey yolundadır. Rahatlamanın zihinsel olarak relax olmanın, yoğun dikkatten ve onun kötü etkilerinden kurtulmanın anahtarı unutmaktır.
Unutmak, yoğun dikkatin oluşturmuş olduğu semantik ilişkiler ağını bozar, bu ağa özgü oluşmuş ilişki önemlerini, ağırlıklarını siler ya da bozar. İlişkisel ağırlıkların bozulması ister istemez muhakeme yeteneğini azaltarak düşünme hızını frenleyici bir etki yapar. Hız hormanal ya da kimyasal bir olgu olsa da mantıksal yapı hız üzerinde frenleyici bir etki yapabilir.
Unutmak, özellikle bağlam (context)’i unutmağa başlamak aşırı bellek zorlanmalarını azaltarak algılama tampon belleklerinin çalışma belleği gibi kullanılmağa zorlanması gereğini azaltır. Unutma işleminin hızlı olması, özellikle uzun süreli yoğun konsantrasyon dönemlerinden sonra ters etkilere yol açabilir. Kişi oluşturmuş olduğu zihin kapasitesi ile bir çok ilişkisiz konuyla ilgilenmeğe başlar. Geçmişteki çok eski anılarını zorlamağa, çok soyut konular düşünmeğe ve zihinsel zorlama eğilimini başka faaliyetlerle artarak sürdürmeğe çalışabilir.
Uzun süreli yoğun konsantrasyondan çıkışta, hatta günlük tempodan çıkışta yoğunluğu giderek azalan zihinsel faaliyetler izlemek ve kişi beynine uyum sağlamak için zaman tanımak gerekir. Örneğin, önce İngilizce haberler seyredip, daha sonra Türkçe haberler, sonra bir sanat programı sonra eğlence programı… Daha sonra TV’yi kapatıp en keyifli koltuğunuzda çay höpürdetmek vb…
Peki, normal işler yapan insanlar zaman zaman yoğun konsantre olduklarında ne yaparlar? Bilinçli olarak pek bir şey yapmazlar. Bünyelerinin ve geliştirmiş oldukları kişiliğin davranış biçimleri onları korur. Sorun büyük sistemler gibi hayati sorumluluk ve risk içeren, normalin üstünde uzun sürelerle konsantre olmak ya da belirli bir konuyu zihinde taşımak gereken işlerde çalışan kişilerindir. Bu kişiler maddi manevi motivasyonlarla bünyelerinin yüksek konsantrasyona karşı gösterdiği direnci yenmek alışkanlığını edinirler çalıştıkları işlerde.
Eğer bu tür işlerde çalışan kişiler içinde bulundukları duruma karşı almaları gereken önlemler konusunda eğitilmezlerse kalıtsal eğilimlerine de bağlı olarak ciddi zihinsel risklere maruz kalırlar.
Yine görmek metaforuna dönersek. Bir şeye dikkatimizi toplar ve one dik dik bakarsak, giderek bakış odağımızın daraldığını, konsantrasyonun had safhada arttığını, öte yandan ambient’ın da arttığını ve biraz sonra bulanık bir görüntüye geçtiğimizi ve gözümüzün daldığını fark edersiniz. Doğal bir kontrol mekanizması var.
Normalde zihnimiz yorulduğunda dikkatimiz dağılır farklı konuları düşünmeğe başlarız. Sınırlar zorlanınca vücudumuzun otomatik olarak tedbirler alışına bir örnek te düşünce hızının çok artması durumunda halisülasyonlar görmemizdir. Halisülasyon aslında zihinsel enerjinin bir çeşit boşalışıdır.
Davranış biçimlerimiz de bizi koruyucu etki yapabilir. Örneğin aşırı yük altındaki bir kişi, daha programlı ve planlı çalışmak için önlem alır. Program ve plan yapmak, tasarım yapmak hep zihinsel enerjiyi boşaltmağa hizmet eden yüksek enerji kullanan zihinsel faaliyetlerdir. Bunlar yalnız yapılacak işleri düzenlemekle kalmaz birikmiş olan aşırı zihinsel enerjiyi harcamağı da sağlar.
Sorun, iş yapma sürecinde zihinsel enerjinin ve düşünme hızının aşırı konsantrasyon nedeni ile normalin üzerine çıkması, bu değerde uzun süre kalması ve iş bittikten sonra ya da mesai saatleri dışında da aynı seviyelerde kalıp aşağı inmemesidir. Bir süre sonra azalmayan bu anormal düşünme enerjisi ve hızı çalışanların beyinlerinde kalıcı değişimlere neden olmaktadır. Bu duruma karşı, çalışanların relax olma teknikleri konusunda eğitilmeleri ve iş kritikliğine bağlı olarak düzenli pskolojik kontrol altında tutulmaları gerekir.
Bundan sonraki yazım, hayati operasyonel görevler üslenen büyük sistem çalışanlarının relax olmaları için bir yöntem önerecek. Yorgun bir kafa ile karşılaşılan en önemli sorun akşam eve gidince o günü ya da güçlükleri unutamamaktır. Unutmak için belleğin bazı silme mekanizmaları olmalı. Eğer bu mekanizmaları iyi bir şekilde tahlil edebilirsek belki de çok basit bazı teknikler geliştirebiliriz.
Zihinsel olarak rahatlamak nedir? Dikkatinizi toplamış olduğunuz şeyi ve onunla anlamsal (semantik) olarak ilgili diğer şeyleri unutmaktır. Yani ilgilenmekte olduğunuz şeyi ve onun ilişkilerini unutmak.
Konsantre olmak dikkatinizi bir konuya toplamak beynin çalışma belleğinde bulunan konuyla ilgisiz şeyleri
unutmak, onların bulunduğu bellek adreslerine konu ile ilgili olanları getirmektir. Aslında beynin çalışma belleğini bir bilgisayar adres sayfası şeklinden çok, bağlantı ağırlıkları değiştirilebilen ya da sıfıra indirilip kopartılabilen esnek bir ilişkili hücreler ağı ve ağları gibi düşünmek gerekir. Dikkat toplama durumunda çalışma belleğini oluşturan beynimiz içinde dağınık çeşitli kısımların ilgili hücreleri arasındaki ilişkilerden konu ile ilgili olanların ağırlıkları arttırılır.
Yoğun konsantrasyon durumu ise konunun üzerine toplanan dikkatin uygulama süresi ve odaklanma niteliği arttırıldığında gerçekleşir. Uzun süreli yoğun konsantrasyon ise belirli bir konuda 3 ay 6 ay gibi uzun sürelerle yoğunlaşıldığında ortaya çıkar. Bu durumda, beyin sınırlı bir konuda çok geniş bir bilgi birikimi oluşturur ve bu bilgi ile sonuca gitmeğe çalışır (örn büyük sistemlere ait yazılım projelerinde).
Uzun süreli yoğun konsantrasyon durumunda beyin algılamaya ilişkin tampon(geçici depo) belleklerini bile çalışma belleğine ve onun çevresinde oluşturduğu yakın dönem belleği(episodik ve diğer) katmanına katar. Büyük sistem mühendislerinde görülen hareket yavaşlığı ya da ameliyattan çıkan operatörlerde gözlenen davranışlar, her iki grupta eşyalarını hep aynı yere koymak gibi eğilimler… aşırı zihinsel zorlanma sonucundadır. Bu zorlanma, çalışma belleğinin normalin üstünde genişlemesi ve yakın zaman belleğinin ilişkilerle aşırı yüklenmesindendir. Episodik bellek ve temel duyulara ait tampon bellekler de çalışma belleğine katılır. Durum öyle bir hal alır ki, araba kullanırken trafikte kırmızı ışıkta durmuş olduğunuz gibi, çok basit şeyleri kısa süre sonra hatırlıyamaz hale gelirsiniz. Koku ve tat alma duygularınız zayıflar.
Aşırı zihinsel zorlanma durumunda beynimiz sonuca gitmek için yalnızca konu içindeki öğelerin ilişkilerini arttırmakla kalmaz. Ayrıca genel olarak ilişkilendirme ve sonuca gitmeyi kolaylaştırıcı önlemler alır. Vücudun hormonlar yayınlamasını sağlayarak beyin hücrelerinin oluşturduğu sinir ağlarının iletkenlik özelliklerini değiştirir. Böylece karar almağı belirleyen karar eşikleri düşer ve doğru ya da yanlış ne olursa olsun sonuca gitmek kolaylaşır. Bunu sağlayan hormonların salgılanması kişinin duygusal yapısını da etkiler. Mühendislik projelerinin sonunda kişilerin aşırı hassaslaşması, hiç kavga etmeyen kişilerin çatışması daha sonra da iş bittiğinde sanki hiçbir şey olmamış gibi devam etmeleri tesadüf değildir.
Aşırı zorlanma durumunda beynin vücuda gönderdiği komutlar ile salgılanan hormonlar yalnızca kişinin duygusal (affektif) davranışını ve karar eşiklerini etkilemekle kalmaz. Oluşan affektif değişiklikler düşünme hızını da etkiler. Hormonların oluşturduğu yeni propagasyon ortamının özellikleri yalnızca makro seviyede kararların çabuk verilişini değil, ilişkilerin kuruluşu ve ilişki önemlerinin belirlenişi gibi mikro olayları da hızlandırır. Örneğin olağanüstü durumlarda, acil durumlarda ne olduğumuzun farkına varmadan gösterdiğimiz doğru tepkilerin altında düşünce hızının hormonal olarak ayarlanışı da yatar, otomatik süreçlerin devreye girişinin yanında.
Yoğun dikkat ve uzun süreli yoğun dikkat durumunun global bir sonucu ise kişinin zihinsel kontrol yeteneğinin normal seviyelerin üzerine çıkmasıdır. Bunun bir göstergesi, konuşma yeteneği, yabancı dil kullanımı yeteneği,
artar, algılama hassasiyeti aşırı artar. Çalışırken bilgisayar ekranınızda her zaman fark etmediğiniz küçük şeyler görmeğe başlarsınız, geçmişe ilişkin olayların hiç farkına varmadığınız ilişkisel ayrıntılarını hatırlamağa fark etmeğe başlarsınız.
Düşünce hızının biraz daha artması ciddi sorunlar yaratır. Hayaller görmeğe başlarsınız ya da sesler duymağa başlarsınız. Dil konusunda sıkıntılar başlar. Almanca konuşmaları dinlerken Türkçe sözler duymağa başlarsınız. Hep aynı sorunlar kafanızda dönüp dolaşıp aklınıza gelir.
Bunalmış bir insanın önemli bir sorunu unutamamaktır. Her şeyi bir kenara koyup sorunlara taze bir kafa ile yeniden bakamamak çözümlere ulaşmağı engellediği gibi zihinsel rahatsızlığın derinleşmesine de neden olur.
Bu durumda uzun ve güzel bir tatile çıkayım düzelirim yaklaşımı da çözüm vermeyebilir. Eve dönüp kapıyı açtığınızda bütün sorunları aynen karşınızda bulursunuz. Üstelik sorunları rafa kaldırıp sonra yeniden indirmenin getirdiği zihinsel yük te üstünüze biner.
Dikkatli bakılırsa sorunun en yoğun olduğu aşamalar sorunun çözümüne ilişkin ipuçları verebilir. Unutmak bu ipuçlarından önde gelen bir yeteneğimiz. Yoğun bir günden sonra o günde olanların hiç değilse ayrıntılarını bir şekilde unutabiliyorsak, akşam bunlar tekrar geri gelmiyorsa aklımıza her şey yolundadır. Rahatlamanın zihinsel olarak relax olmanın, yoğun dikkatten ve onun kötü etkilerinden kurtulmanın anahtarı unutmaktır.
Unutmak, yoğun dikkatin oluşturmuş olduğu semantik ilişkiler ağını bozar, bu ağa özgü oluşmuş ilişki önemlerini, ağırlıklarını siler ya da bozar. İlişkisel ağırlıkların bozulması ister istemez muhakeme yeteneğini azaltarak düşünme hızını frenleyici bir etki yapar. Hız hormanal ya da kimyasal bir olgu olsa da mantıksal yapı hız üzerinde frenleyici bir etki yapabilir.
Unutmak, özellikle bağlam (context)’i unutmağa başlamak aşırı bellek zorlanmalarını azaltarak algılama tampon belleklerinin çalışma belleği gibi kullanılmağa zorlanması gereğini azaltır. Unutma işleminin hızlı olması, özellikle uzun süreli yoğun konsantrasyon dönemlerinden sonra ters etkilere yol açabilir. Kişi oluşturmuş olduğu zihin kapasitesi ile bir çok ilişkisiz konuyla ilgilenmeğe başlar. Geçmişteki çok eski anılarını zorlamağa, çok soyut konular düşünmeğe ve zihinsel zorlama eğilimini başka faaliyetlerle artarak sürdürmeğe çalışabilir.
Uzun süreli yoğun konsantrasyondan çıkışta, hatta günlük tempodan çıkışta yoğunluğu giderek azalan zihinsel faaliyetler izlemek ve kişi beynine uyum sağlamak için zaman tanımak gerekir. Örneğin, önce İngilizce haberler seyredip, daha sonra Türkçe haberler, sonra bir sanat programı sonra eğlence programı… Daha sonra TV’yi kapatıp en keyifli koltuğunuzda çay höpürdetmek vb…
Peki, normal işler yapan insanlar zaman zaman yoğun konsantre olduklarında ne yaparlar? Bilinçli olarak pek bir şey yapmazlar. Bünyelerinin ve geliştirmiş oldukları kişiliğin davranış biçimleri onları korur. Sorun büyük sistemler gibi hayati sorumluluk ve risk içeren, normalin üstünde uzun sürelerle konsantre olmak ya da belirli bir konuyu zihinde taşımak gereken işlerde çalışan kişilerindir. Bu kişiler maddi manevi motivasyonlarla bünyelerinin yüksek konsantrasyona karşı gösterdiği direnci yenmek alışkanlığını edinirler çalıştıkları işlerde.
Eğer bu tür işlerde çalışan kişiler içinde bulundukları duruma karşı almaları gereken önlemler konusunda eğitilmezlerse kalıtsal eğilimlerine de bağlı olarak ciddi zihinsel risklere maruz kalırlar.
Yine görmek metaforuna dönersek. Bir şeye dikkatimizi toplar ve one dik dik bakarsak, giderek bakış odağımızın daraldığını, konsantrasyonun had safhada arttığını, öte yandan ambient’ın da arttığını ve biraz sonra bulanık bir görüntüye geçtiğimizi ve gözümüzün daldığını fark edersiniz. Doğal bir kontrol mekanizması var.
Normalde zihnimiz yorulduğunda dikkatimiz dağılır farklı konuları düşünmeğe başlarız. Sınırlar zorlanınca vücudumuzun otomatik olarak tedbirler alışına bir örnek te düşünce hızının çok artması durumunda halisülasyonlar görmemizdir. Halisülasyon aslında zihinsel enerjinin bir çeşit boşalışıdır.
Davranış biçimlerimiz de bizi koruyucu etki yapabilir. Örneğin aşırı yük altındaki bir kişi, daha programlı ve planlı çalışmak için önlem alır. Program ve plan yapmak, tasarım yapmak hep zihinsel enerjiyi boşaltmağa hizmet eden yüksek enerji kullanan zihinsel faaliyetlerdir. Bunlar yalnız yapılacak işleri düzenlemekle kalmaz birikmiş olan aşırı zihinsel enerjiyi harcamağı da sağlar.
Sorun, iş yapma sürecinde zihinsel enerjinin ve düşünme hızının aşırı konsantrasyon nedeni ile normalin üzerine çıkması, bu değerde uzun süre kalması ve iş bittikten sonra ya da mesai saatleri dışında da aynı seviyelerde kalıp aşağı inmemesidir. Bir süre sonra azalmayan bu anormal düşünme enerjisi ve hızı çalışanların beyinlerinde kalıcı değişimlere neden olmaktadır. Bu duruma karşı, çalışanların relax olma teknikleri konusunda eğitilmeleri ve iş kritikliğine bağlı olarak düzenli pskolojik kontrol altında tutulmaları gerekir.
Bundan sonraki yazım, hayati operasyonel görevler üslenen büyük sistem çalışanlarının relax olmaları için bir yöntem önerecek. Yorgun bir kafa ile karşılaşılan en önemli sorun akşam eve gidince o günü ya da güçlükleri unutamamaktır. Unutmak için belleğin bazı silme mekanizmaları olmalı. Eğer bu mekanizmaları iyi bir şekilde tahlil edebilirsek belki de çok basit bazı teknikler geliştirebiliriz.
Wednesday, February 11, 2009
YOĞUN DİKKATTEN SONRA RAHATLAMAK - 1
Yoğun dikkat gerektiren yorucu bir günün sonunda rahatlamak için neler yapılabilir? Normal işlerde çalışan kişiler bile bazı yoğun günler işten sonra rahatlamak o günü unutmak için çaba harcamak zorunda kalırlar. Bu yazı rahatlamak için kullanılabilecek bazı teknikleri açıklayan bir dizi yazının ilki… Odaklı(focal) ve çevresel(ambient) görüş çeşitlerini ve bunların rahatlama ile ilgisini ele alacak 1. yazıdan sonra zihinsel enerjinin boşa harcanış şekilleri ve hayal edişin işlevini ele alacağım. Son olarak Sartre’ın ‘Hayal ve Bilinç’ (Imagination and consciousness) adlı makalesinden faydalanarak yoğun dikkatten kurtulmak ve rahatlamak için bir teknik önereceğim.
Bütün gün bilgisayar başında çalışan mühendisler, hava trafik kontrolörleri, büyük sistem operatörleri çoğunlukla uzun süre için dikkatlerini belirli bir noktaya ya da alana toplamak zorundalar. Uzun süre dar bir alana dikkat toplayan kişiler dışarı çıktıklarında geniş alanlara ve uzağa bakmakta zorlanırlar.
Görmeğe yönelik zihinsel işlemlerimiz iki türdür: focal – odaklı ve ambient – çevresel. Odaksal görüş hemen hemen her zaman gözümüzde rod-çubuksuz bir bölge olan fovea ile ve ince ayrıntılar, desen tanınması(pattern recognition) örn. yazı okumak, küçük nesnelerin ne olduklarının belirlenişi ile ilişkilidir. Çevresel görüş genellikle merkez değil etraftaki şeylerin görülmesi ile ilgilidir ve orientation-yön duygusu ve ego motion – kendi hareketimizi yön ve hız olarak hissetmek için kullanılır[1].
Focal ve ambient görüş yeteneklerimiz ve zihinsel kaynaklarımız etkin bir şekilde birbirlerini tamamlar.
Örneğin bir koridordan aşağı yürürken elimizdeki kitabı okuyabiliriz ya da otomobil kullanırken sokak tabelalarını okuyabiliriz. Bu durum onların aralarında etkin bir zaman bölüşümü olduğunu, farklı beyin yapıları tarafından icra edildiklerini bilgi işlem karakteristiklerinin farklı olduğunu gösterir[1].
Focal ve ambient görüşler arasında etkin bir zaman bölüşümünün ambient görüşün esasen bir otomatik süreç olmasından kaynaklandığı ileri sürülmektedir[1]. Uzun süreler söz konusu olduğunda bir bilinçli süreç olan odaklı görüşün yarattığı zihinsel yorgunluk bir otomatik süreç olan ambient görüşün yükü alışı ile dinlendiriliyor olabilir. Burada sorun, uzun süreli yoğun dikkat durumunda ortaya çıkar. Yoğun dikkat otomatik süreçlerin devreye girmesini engeller. Böylece, zihnin görüş mekanizmasının doğal dengesi ile dinlendirilişi imkansız hale gelir. Otomobil kullanmanın bazı durumlarda zihni dinlendirmesi otomatik süreçlerle dikkat odaklanmasını dengeli bir şekilde kullanışı ile ilgili olabilir.
Zihnimizin görsel veri işleyiş şekli bütünsel veri işleyiş şekli hakkında kuvvetli ipuçları verir. Focal ve ambient görüş mekanizmalarımız soyut anlamda belirli bir konuya odaklanmak ve bu konuyla ilişkili şeyleri içeren çevre kavram ve nesneleri otomatik olarak hissetmemiz ile ilişkilendirilebilir. Örneğin bir kişiye baktığımızda ona güven duymamızı sağlayan beynimizin ambient gibi işleyen mekanizmalarıdır.
Oturduğunuz yerden masanın altındaki halıya baktığınızda, desenlerin bir kısmı masanın ayaklarının arkasında kalsa da siz sanki tüm halıyı görüyormuş gibi algılarsınız durumu. Beyniniz desenlerin geliş şeklinden, devamlarını çıkartır ve siz onları görmeseniz de görüyormuş gibi hissedersiniz[2]. Desenlerin tamamlanması ambient görüş ve beynin daha genel otomatik işlem yapış süreçleri ile ilgili olabilir.
Bir nesneyi gördüğümüzde zihnimiz öncelikle onun görsel yanları ile ilgilenir. Eğer eksik gözüken yerleri varsa uygun devam(good continuation) ile bunları tamamlar. Zaman uzadıkça bu sefer o nesne ile ilgili semantic ağaç nesneleri tetiklenmeğe başlar. Bir nesne algılama belleğinde bir minimum süre kaldıktan sonra, otomatik olarak işleme belleğine(working memory) geçer ve böylece kendisi ile ilgili semantic bağlantıları tetiklemeğe başlar[3].
Bir insan gördüğünüzde siz dikkatinizi onun üzerinde toplamasanız bile onun boyu, elbiselerinin rengi, fiziki özellikleri daha sonra erkek mi bayan mı, yaşı, yabancı yerli, ve giderek daha soyut özellikleri tetiklenir ve sizin dikkatinize hazır hale getirilir. Sartre’ın desenlere ilişkin verdiği görsel tamamlama, aslında daha soyut olan genel zihinsel tamamlama için de geçerlidir.
Dikkat toplamak aslında bakmağa zaman tanımaktır. Eğer sabit bir şeye bakar ve bunu uzun süre sürdürürsek dikkatimiz o nesne üzerinde toplanır. Göz kırpış sayımız azalır hatta nefesimiz bile yavaşlar… Uzun süre yoğun dikkatle çalışan bir yazılım ya da büyük sistem mühendisi bunu yaparken fiziki olarak bile zorlanır. Mühendis dikkatini belirli bir konuda ve daha özelde belirli bir probleme ilişkin sorunlarda odaklayarak o konuya ilişkin bilgilerini semantik olarak ilişkilendirir. İteratif olarak ta ilerleyen bu süreç sonuçta bir çözüme yakınsar. Bir hava trafik kontrolü sisteminde tek bir satır yazılım değiştirmek için bile o değişiklikle ilgili bütün sistemin taranması ve fonksiyonel sonuçlarının analiz edilmesi gerekir. Bu süreç 6 aya kadar varabilen uzun süreli yoğun dikkat çabası gerektirir.
Yalnız uzun süreli yoğun dikkat gerektiren işlerde çalışan kişiler değil final sınavlarına hazırlanan öğrenciler bile
günlük çalışmadan sonra yoğun dikkatten rahatlamak sorunu ile karşı karşıyadır. Her kişi sezgi ve tecrübe ile iyi kötü bazı şahsi teknikler geliştirir bu konuda… Sorun büyük sistem operatörleri gibi profesyonel kişilerin bu teknikleri sistemli bir şekilde öğrenmeleri ve uygulamaları gerekliliğinde…
Yine görmek metaforuna dönersek. Bir şeye dikkatimizi toplar ve one dik dik bakarsak, giderek bakış odağımızın daraldığını, konsantrasyonun had safhada arttığını, öte yandan ambient’ın da arttığını ve biraz sonra bulanık bir görüntüye geçtiğimizi ve gözümüzün daldığını fark edersiniz. Doğal bir kontrol mekanizması var.
Görerek ve bakarak konsantrasyon düzeyimizi ayarlarız. Normal hayatta bunların doğal olay akışı içinde birbirlerini dengeleyişi zihnimizin düşünme hızını da ayarlar[4]. Düşünsel gelişmemizin başlangıcında görmek yatar. Sistemli görmek ve bakmak uzun süreli yoğun dikkatten rahatlama teknikleri bulmak için bize bazı ipuçları verebilir.
Odaklanmış bakış esaslı yoğun dikkatli çalışmadan sonra çevresel görüşün otomatik meknizmalarına daha çok şans tanımak gerekir. Geniş manzaralı uzaklara bakılabilecek ufuk çizgili bir mekanda 3-4 saat geçirmek faydalı olabilir. Yüzeyi değil derinliği seyretmek, nesneleri değil onların birlikte oluşturdukları hacmi seyretmek iyi gelebilir. Nesneleri bağlamları içinde seyretmek, görünmeyen yerlerini hayal etmek…
Odaklanmış fakat soyut kavramlara yoğunlaşan görsel olmayan işlerden sonra ise yine geniş manzaralı uzaklara bakılabilecek ufuk çizgili bir mekanda 3-4 saat geçirmek faydalı olabilir. Fakat derinliğe değil yüzeyde gözükenlere bakmak, nesneleri ilişkilerinden koparıp yalnız başlarına izlemek, herşeyi yüzeye çıkarmak gerekir...
Referanslar:
[1] Wickens, C. D., “Multiple Resources and Performance Prediction”, University of Illinois at Urbana-Champaign, Institute of Aviation USA
[2] Sartre, J. P., “Basic Writings - Imagination and Emotion, The Psychology of Imagination, Consciousness and Imagination”, Edited By Stephen Priest, Routledge, 2005
[3] Saral, A. R., “Düşünüş Durağanlığı”, http://largesystems-atc.blogspot.com/2008/09/dn-duraanlii.html
[4] Saral, A. R., “Farklılaşan Beyin”, http://largesystems-atc.blogspot.com/2007_09_01_archive.html
Bazı kaynaklardan alıntılar:
[1] Multiple resources and performance prediction
CHRISTOPHER D. WICKENS*
University of Illinois at Urbana-Champaign, Institute of Aviation Willard Airport, Aviation
Human Factors Division, Aviation Research Laboratory, 1 Airport Road, Savoy, IL 61874,
USA
Keywords: Attention; Performance; Time sharing workload.
4.3. Visual channels
In addition to the distinction between auditory and visual modalities of processing, there is good evidence that two aspects of visual processing, referred to as focal and ambient vision, appear to define separate resources in the sense of
(a) supporting efficient time-sharing,
(b) being characterized by qualitatively different brain structures, and
(c) being associated with qualitatively different types of information processing
(Leibowitz et al. 1982, Weinstein and Wickens 1992, Previc 1998).
Focal vision, which is nearly always foveal, is required for fine detail and pattern recognition (e.g. reading text, identifying small objects). In contrast, ambient vision heavily (but not exclusively) involves peripheral vision, and is used for sensing orientation and ego motion (the direction and speed with which one moves through the environment). When we successfully walk down a corridor while reading a book, we are exploiting the parallel processing or multiple resource capabilities of focal and ambient vision, just as we are when keeping the car moving forward in the centre of the lane (ambient vision) while reading a road sign, glancing at the rear view mirror or recognizing a hazardous object in the middle of the road (focal vision).
Aircraft designers have considered several ways of exploiting ambient vision to provide guidance and alerting information to pilots, while their focal vision is heavily loaded by 166 C. D. Wickens perceiving specific channels of displayed instrument information (Stokes et al. 1990, Liggett et al. 1999) It is appropriate to ask whether the successful time sharing of focal and ambient visual tasks results because ambient vision uses separate resources, or because it uses no resources at all; that is, processing from ambient vision may be said to be 'preattentive' or automated. At the present time, insufficient data exist to answer this question, as few researchers have attempted to examine dual task performance of two ambient tasks. One study (Weinstein and Wickens 1992), however, did suggest that the second (pre-attentive/automatic) explanation offered above may in fact be the more correct one.
[2] Jean-Paul Sartre: Basic Writings, Edited By Stephen Priest, Routledge, 2005
Imagination and Emotion, The Psychology of Imagination, Consciousness and Imagination
P 95
For an objects or any element of an object there is a great difference between being grasped as nothing and being-given-as-absent.
…
For instance, the arabesques of the rug I am viewing are both in part given to my intuition. The legs of the arm chair which stands before the window conceal certain curves, certain designs. But I nevertheless seize these hidden arabesques as existing now, as hidden but not at all as absent. … I grasp what has been given me of their continuation.
…
It is therefore in the way in which I grasp the data that I posit that which is not given as being real. Real by the same right as the data, as that which gives its meaning and its very nature. Likewise the successive tones of a melody are grasped by appropriate retentions as that which makes of the tone now heard exactly what it is. In this sense, to percieve this or that real datum is to percieve it on the foundation of total reality as a whole.”
P96
“If I want to imagine the hidden arabesques, I direct my attention upon them and isolate them, just as I isolate on the foundation of an undifferentiated universe the thing I actually percieve. I cease to grasp them as empty but constituting the sense of the percieved reality, instead I present them to myself, in themselves. But at the moment that I cease to concieve them as continuous present in order to grasp them in themselves, I grasp them as absent. Of course they really exist over there, under the chair , and it is over there that I think of them, but in thinking of them where they are not given to me, I grasp them as nothing for me. Thus the imaginative act is at once constitutive, isolating and annihilating.
Bütün gün bilgisayar başında çalışan mühendisler, hava trafik kontrolörleri, büyük sistem operatörleri çoğunlukla uzun süre için dikkatlerini belirli bir noktaya ya da alana toplamak zorundalar. Uzun süre dar bir alana dikkat toplayan kişiler dışarı çıktıklarında geniş alanlara ve uzağa bakmakta zorlanırlar.
Görmeğe yönelik zihinsel işlemlerimiz iki türdür: focal – odaklı ve ambient – çevresel. Odaksal görüş hemen hemen her zaman gözümüzde rod-çubuksuz bir bölge olan fovea ile ve ince ayrıntılar, desen tanınması(pattern recognition) örn. yazı okumak, küçük nesnelerin ne olduklarının belirlenişi ile ilişkilidir. Çevresel görüş genellikle merkez değil etraftaki şeylerin görülmesi ile ilgilidir ve orientation-yön duygusu ve ego motion – kendi hareketimizi yön ve hız olarak hissetmek için kullanılır[1].
Focal ve ambient görüş yeteneklerimiz ve zihinsel kaynaklarımız etkin bir şekilde birbirlerini tamamlar.
Örneğin bir koridordan aşağı yürürken elimizdeki kitabı okuyabiliriz ya da otomobil kullanırken sokak tabelalarını okuyabiliriz. Bu durum onların aralarında etkin bir zaman bölüşümü olduğunu, farklı beyin yapıları tarafından icra edildiklerini bilgi işlem karakteristiklerinin farklı olduğunu gösterir[1].
Focal ve ambient görüşler arasında etkin bir zaman bölüşümünün ambient görüşün esasen bir otomatik süreç olmasından kaynaklandığı ileri sürülmektedir[1]. Uzun süreler söz konusu olduğunda bir bilinçli süreç olan odaklı görüşün yarattığı zihinsel yorgunluk bir otomatik süreç olan ambient görüşün yükü alışı ile dinlendiriliyor olabilir. Burada sorun, uzun süreli yoğun dikkat durumunda ortaya çıkar. Yoğun dikkat otomatik süreçlerin devreye girmesini engeller. Böylece, zihnin görüş mekanizmasının doğal dengesi ile dinlendirilişi imkansız hale gelir. Otomobil kullanmanın bazı durumlarda zihni dinlendirmesi otomatik süreçlerle dikkat odaklanmasını dengeli bir şekilde kullanışı ile ilgili olabilir.
Zihnimizin görsel veri işleyiş şekli bütünsel veri işleyiş şekli hakkında kuvvetli ipuçları verir. Focal ve ambient görüş mekanizmalarımız soyut anlamda belirli bir konuya odaklanmak ve bu konuyla ilişkili şeyleri içeren çevre kavram ve nesneleri otomatik olarak hissetmemiz ile ilişkilendirilebilir. Örneğin bir kişiye baktığımızda ona güven duymamızı sağlayan beynimizin ambient gibi işleyen mekanizmalarıdır.
Oturduğunuz yerden masanın altındaki halıya baktığınızda, desenlerin bir kısmı masanın ayaklarının arkasında kalsa da siz sanki tüm halıyı görüyormuş gibi algılarsınız durumu. Beyniniz desenlerin geliş şeklinden, devamlarını çıkartır ve siz onları görmeseniz de görüyormuş gibi hissedersiniz[2]. Desenlerin tamamlanması ambient görüş ve beynin daha genel otomatik işlem yapış süreçleri ile ilgili olabilir.
Bir nesneyi gördüğümüzde zihnimiz öncelikle onun görsel yanları ile ilgilenir. Eğer eksik gözüken yerleri varsa uygun devam(good continuation) ile bunları tamamlar. Zaman uzadıkça bu sefer o nesne ile ilgili semantic ağaç nesneleri tetiklenmeğe başlar. Bir nesne algılama belleğinde bir minimum süre kaldıktan sonra, otomatik olarak işleme belleğine(working memory) geçer ve böylece kendisi ile ilgili semantic bağlantıları tetiklemeğe başlar[3].
Bir insan gördüğünüzde siz dikkatinizi onun üzerinde toplamasanız bile onun boyu, elbiselerinin rengi, fiziki özellikleri daha sonra erkek mi bayan mı, yaşı, yabancı yerli, ve giderek daha soyut özellikleri tetiklenir ve sizin dikkatinize hazır hale getirilir. Sartre’ın desenlere ilişkin verdiği görsel tamamlama, aslında daha soyut olan genel zihinsel tamamlama için de geçerlidir.
Dikkat toplamak aslında bakmağa zaman tanımaktır. Eğer sabit bir şeye bakar ve bunu uzun süre sürdürürsek dikkatimiz o nesne üzerinde toplanır. Göz kırpış sayımız azalır hatta nefesimiz bile yavaşlar… Uzun süre yoğun dikkatle çalışan bir yazılım ya da büyük sistem mühendisi bunu yaparken fiziki olarak bile zorlanır. Mühendis dikkatini belirli bir konuda ve daha özelde belirli bir probleme ilişkin sorunlarda odaklayarak o konuya ilişkin bilgilerini semantik olarak ilişkilendirir. İteratif olarak ta ilerleyen bu süreç sonuçta bir çözüme yakınsar. Bir hava trafik kontrolü sisteminde tek bir satır yazılım değiştirmek için bile o değişiklikle ilgili bütün sistemin taranması ve fonksiyonel sonuçlarının analiz edilmesi gerekir. Bu süreç 6 aya kadar varabilen uzun süreli yoğun dikkat çabası gerektirir.
Yalnız uzun süreli yoğun dikkat gerektiren işlerde çalışan kişiler değil final sınavlarına hazırlanan öğrenciler bile
günlük çalışmadan sonra yoğun dikkatten rahatlamak sorunu ile karşı karşıyadır. Her kişi sezgi ve tecrübe ile iyi kötü bazı şahsi teknikler geliştirir bu konuda… Sorun büyük sistem operatörleri gibi profesyonel kişilerin bu teknikleri sistemli bir şekilde öğrenmeleri ve uygulamaları gerekliliğinde…
Yine görmek metaforuna dönersek. Bir şeye dikkatimizi toplar ve one dik dik bakarsak, giderek bakış odağımızın daraldığını, konsantrasyonun had safhada arttığını, öte yandan ambient’ın da arttığını ve biraz sonra bulanık bir görüntüye geçtiğimizi ve gözümüzün daldığını fark edersiniz. Doğal bir kontrol mekanizması var.
Görerek ve bakarak konsantrasyon düzeyimizi ayarlarız. Normal hayatta bunların doğal olay akışı içinde birbirlerini dengeleyişi zihnimizin düşünme hızını da ayarlar[4]. Düşünsel gelişmemizin başlangıcında görmek yatar. Sistemli görmek ve bakmak uzun süreli yoğun dikkatten rahatlama teknikleri bulmak için bize bazı ipuçları verebilir.
Odaklanmış bakış esaslı yoğun dikkatli çalışmadan sonra çevresel görüşün otomatik meknizmalarına daha çok şans tanımak gerekir. Geniş manzaralı uzaklara bakılabilecek ufuk çizgili bir mekanda 3-4 saat geçirmek faydalı olabilir. Yüzeyi değil derinliği seyretmek, nesneleri değil onların birlikte oluşturdukları hacmi seyretmek iyi gelebilir. Nesneleri bağlamları içinde seyretmek, görünmeyen yerlerini hayal etmek…
Odaklanmış fakat soyut kavramlara yoğunlaşan görsel olmayan işlerden sonra ise yine geniş manzaralı uzaklara bakılabilecek ufuk çizgili bir mekanda 3-4 saat geçirmek faydalı olabilir. Fakat derinliğe değil yüzeyde gözükenlere bakmak, nesneleri ilişkilerinden koparıp yalnız başlarına izlemek, herşeyi yüzeye çıkarmak gerekir...
Referanslar:
[1] Wickens, C. D., “Multiple Resources and Performance Prediction”, University of Illinois at Urbana-Champaign, Institute of Aviation USA
[2] Sartre, J. P., “Basic Writings - Imagination and Emotion, The Psychology of Imagination, Consciousness and Imagination”, Edited By Stephen Priest, Routledge, 2005
[3] Saral, A. R., “Düşünüş Durağanlığı”, http://largesystems-atc.blogspot.com/2008/09/dn-duraanlii.html
[4] Saral, A. R., “Farklılaşan Beyin”, http://largesystems-atc.blogspot.com/2007_09_01_archive.html
Bazı kaynaklardan alıntılar:
[1] Multiple resources and performance prediction
CHRISTOPHER D. WICKENS*
University of Illinois at Urbana-Champaign, Institute of Aviation Willard Airport, Aviation
Human Factors Division, Aviation Research Laboratory, 1 Airport Road, Savoy, IL 61874,
USA
Keywords: Attention; Performance; Time sharing workload.
4.3. Visual channels
In addition to the distinction between auditory and visual modalities of processing, there is good evidence that two aspects of visual processing, referred to as focal and ambient vision, appear to define separate resources in the sense of
(a) supporting efficient time-sharing,
(b) being characterized by qualitatively different brain structures, and
(c) being associated with qualitatively different types of information processing
(Leibowitz et al. 1982, Weinstein and Wickens 1992, Previc 1998).
Focal vision, which is nearly always foveal, is required for fine detail and pattern recognition (e.g. reading text, identifying small objects). In contrast, ambient vision heavily (but not exclusively) involves peripheral vision, and is used for sensing orientation and ego motion (the direction and speed with which one moves through the environment). When we successfully walk down a corridor while reading a book, we are exploiting the parallel processing or multiple resource capabilities of focal and ambient vision, just as we are when keeping the car moving forward in the centre of the lane (ambient vision) while reading a road sign, glancing at the rear view mirror or recognizing a hazardous object in the middle of the road (focal vision).
Aircraft designers have considered several ways of exploiting ambient vision to provide guidance and alerting information to pilots, while their focal vision is heavily loaded by 166 C. D. Wickens perceiving specific channels of displayed instrument information (Stokes et al. 1990, Liggett et al. 1999) It is appropriate to ask whether the successful time sharing of focal and ambient visual tasks results because ambient vision uses separate resources, or because it uses no resources at all; that is, processing from ambient vision may be said to be 'preattentive' or automated. At the present time, insufficient data exist to answer this question, as few researchers have attempted to examine dual task performance of two ambient tasks. One study (Weinstein and Wickens 1992), however, did suggest that the second (pre-attentive/automatic) explanation offered above may in fact be the more correct one.
[2] Jean-Paul Sartre: Basic Writings, Edited By Stephen Priest, Routledge, 2005
Imagination and Emotion, The Psychology of Imagination, Consciousness and Imagination
P 95
For an objects or any element of an object there is a great difference between being grasped as nothing and being-given-as-absent.
…
For instance, the arabesques of the rug I am viewing are both in part given to my intuition. The legs of the arm chair which stands before the window conceal certain curves, certain designs. But I nevertheless seize these hidden arabesques as existing now, as hidden but not at all as absent. … I grasp what has been given me of their continuation.
…
It is therefore in the way in which I grasp the data that I posit that which is not given as being real. Real by the same right as the data, as that which gives its meaning and its very nature. Likewise the successive tones of a melody are grasped by appropriate retentions as that which makes of the tone now heard exactly what it is. In this sense, to percieve this or that real datum is to percieve it on the foundation of total reality as a whole.”
P96
“If I want to imagine the hidden arabesques, I direct my attention upon them and isolate them, just as I isolate on the foundation of an undifferentiated universe the thing I actually percieve. I cease to grasp them as empty but constituting the sense of the percieved reality, instead I present them to myself, in themselves. But at the moment that I cease to concieve them as continuous present in order to grasp them in themselves, I grasp them as absent. Of course they really exist over there, under the chair , and it is over there that I think of them, but in thinking of them where they are not given to me, I grasp them as nothing for me. Thus the imaginative act is at once constitutive, isolating and annihilating.
Monday, February 02, 2009
KENDİNİ TEKRARLAYAN OLAYLARIN İZLENİŞİNDE GÖZLEME ARALIĞININ ROLÜ
Bu yazı Kendini Tekrarlayan Olayların izlenişinde gözleme aralığı konusunu inceleyecek.
Kendini Tekrarlayan Olayların Doğası Üzerine adlı yazımda periyodik olarak gerçekleşen bir olayı
Kendini Tekrarlayan Olayların Doğası Üzerine adlı yazımda periyodik olarak gerçekleşen bir olayı
f( t ) = { U( t – tbaş + k T ) – U( t – tson + k T) k e N; t ,T e R ve T = sabit } ( Formul 1)
Gerçek hayatta ise periyodik değil aşağıdaki gibi tanımlayabileceğimiz belirli sınırlar içinde rasgele tekrarlanan olaylar söz konusu.
f( t ) = { U( t – tbaş + kbaş(t) Tbaş(t) ) – U( t – tson + kson(t) Tson(t))
k(t) = { kn kn e R , n e N ve n <>
İzleyici bir olayı, örneğin radar ekranında bir uçağın belirip belirmediğini, hiç aksatmadan düzenli aralıklarla izler.
Şimdi izleme fonksiyonu ile tekrarlanan olay fonksiyonlarını üst üste koyalım.
İzleme fonksiyonunun başarıyla sürebilmesi için izleme-gözleme işlevininen azından belirli bir sıklıkla icra edilmesi gerekir.
Örnekleme teoremine göre birbirine eşit aralıklarla yerleştirilmiş ayrık örnekler eğer izlenen işaretin iki misli sıklıkta örneklenmişse sözkonusu işareti tam olarak temsil edebilir[1]. Bir izleyicinin olayın olduğunu kaçırmaması için yaklaşık olay periyodunun yarısı kadar süre aralıklarla yoklaması, kontrol etmesi gerekir.
Yukarıdaki şekillerde, bir olayın sonu ilgi süresinin başlangıcında çok kısa bir süre devam ederse ne olur? Kısacası, bir olaya ilgi gösterilmesi için bir de minimum algılama süresi tanımlanmalıdır. Radar ekranında çok kısa bir süre belirip kaybolan bir nesne kontrolör tarafından algılanmayabilir. Kontrolörün belirli aralıklarla izleme sıklığı (örneklemesi) eğer çok arttırılırsa bu sefer algılama süresi nedeni ile bir an için olan bir değişikliği gözden kaçırabilir. İzleme sıklığı yine örnekleme teoremine göre algılama süresinin iki mislinden az bir periyoda sahip olmamalıdır. Sağlıklı izleme sıklığı üstten ve alttan sınırlıdır.
İzleme fonksiyonunun başarısı için izlenim örnekleme sürelerinin olay tekrar sıklığına göre ihmal edilebilir olması gerekir. İzlenim örnekleme sürelerinin trafik yoğunluğuna, trafik durumuna ve kontrolör görev süresine göre değişeceği unutulmamalıdır. Bunun yanında algılama süreleri de trafik durumuna ve kontrolör görev süresine göre değişir.
Modern bir ATC sistemi kontrolör algılama süresini ve izleme örnekleme sıklığını ölçmeli ve legal recording’e kayıt etmelidir.
REFERENCES: [1] Nyquist–Shannon sampling theorem
The Nyquist–Shannon sampling theorem is a fundamental result in the field of information theory, in particular telecommunications and signal processing. Sampling is the process of converting a signal (for example, a function of continuous time or space) into a numeric sequence (a function of discrete time or space). The theorem states:[1]
If a function x(t) contains no frequencies higher than B cps, it is completely determined by giving its ordinates at a series of points spaced 1/(2B) seconds apart.
If a function x(t) contains no frequencies higher than B cps, it is completely determined by giving its ordinates at a series of points spaced 1/(2B) seconds apart.
Introduction
A signal or function is bandlimited if it contains no energy at frequencies higher than some bandlimit or bandwidth B. A signal that is bandlimited is constrained in how rapidly it changes in time, and therefore how much detail it can convey in an interval of time. The sampling theorem asserts that the uniformly spaced discrete samples are a complete representation of the signal if this bandwidth is less than half the sampling rate.
A signal or function is bandlimited if it contains no energy at frequencies higher than some bandlimit or bandwidth B. A signal that is bandlimited is constrained in how rapidly it changes in time, and therefore how much detail it can convey in an interval of time. The sampling theorem asserts that the uniformly spaced discrete samples are a complete representation of the signal if this bandwidth is less than half the sampling rate.
Friday, January 16, 2009
ZITLAŞMAK
Mücadele Teknikleri III
Babamız Hasan SARAL(*)’ın anısına.
Sorunlardan kaçamazsınız. Belirli bir an geldiğinde onlarla yüzleşmek zorundasınız. Sorunların üzerine gitmek gerekir ve daha bir çok alışageldiğimiz ifade yüzleşmek – confrontation eylemini ele alır. Zıtlaşmak herhalde yüzleşmenin özel bir hali olarak değerlendirilebilir. Zıtlaşan kişi bazan mantık dışı olabilecek şekilde yüzleştiği kişinin yaptığı ya da söylediğinin tersini yapar ya da iddia eder.
İnanıyorum ki zıtlaşmak Türk kültürünü derinden etkileyen önemli bir unsurdur. Türkiye’nin kalabalık bir şehrinde sokağa çıkıp biraz yürüyün ne demek istediğimi kolaylıkla gözleyeceksiniz. 1960’larda ilk okul kitaplarında dereyi önce geçmek için birbirleriyle boy ölçüşen iki keçinin zıtlaşmak yüzünden derenin üzerindeki ince köprüden aşağı düşüşleri anlatılırdı. Hala değişen fazla bir şey yok…
Zıtlaşmağı besleyen bir başka olgu da tepkisellik. Birisi bir şey yapınca hemen karşı taraf ona yanıt olarak başka bir şey yapıyor. Birisi kurallara aykırı olarak korna çaldı mı diğeri ona tepki olarak korna çalıyor – sonuç ikinci kişiyi rahatsız eden şey mantık dışı olarak tekrarlanmış oluyor.
Pekiyi, olaylarla yüzleşmekten kaçmak, olayların üzerine üzerine gitmemek her zaman yapılması gereken midir?
Tabii ki değil… Örneğin eski Hunlar saldırı ve baskında iyiydiler[1]. Avar Türkleri ise ‘Taarruz ve ani baskınlarda son derece başarılıydılar ancak’[2]… ‘inatçılıkları ve cesaretleri sayesinde…’ Hunların düşmanı kuşatırken kullandıkları şaşrtma taktikleri, ayışığında gece baskınları vb. [1] belirgin özellikleriydi.
Eğer eski Hunlara kadar giden Türk tarihi ve öncesi biraz incelenirse görülür ki göçebe yaşayan bir kavimler topluluğu zorda kaldığında engin Orta Asya çöllerine geri çekilen sonra da kendi uygun gördüğü anda topladığı kabilelerle Çin’e Roma İmparatorluğuna ve diğer ülkelere saldıran bir sisteme sahip. Bu sistemde seçilen doğru anda düşmanın üstüne gitmek önemli. Dolayısıyla hala insanlarımızın yaşamında zıtlaşmak, boy ölçüşmek gibi eylem ve tavırların önemli olması tesadüf değildir, inancındayım. Türkiye’nin modernleşmesi için Türk kültürünün binlerce yıl önceye dayanan zıtlaşmak kültürü gibi öğelerini değişen dünya koşullarına göre yeniden şekillendirmemiz ve yapıcı şekilde milletimize katkıda bulunmasını sağlamalıyız.
Modern yaşam, şehirli ve sanayileşmiş yaşam, iletişimin bütün dünyayı bir köye çevirdiği yaşam… karmaşıklığı nedeni ile zaman tanımağa azami önem yükler. Olayların açılması, gelişmesi için zaman tanımalısınız… Bırakın karşınızdaki insan konuşsun, kendini enine boyuna ifade etsin. Böylece sizde onu ve görüşlerini daha iyi tanıyabiliniz. Hunların başarısında sabırlı ve disiplinli olmalarının büyük payı vardı. Yabancı milletlerin gözlemcileri, çok sayıda bile olsalar Hunların beklemeyi bildiklerini ve gürültü yapmadıklarını, sessiz bir şeklide oldukları yerde durduklarını anlatır. Tepkisellik, yanıt vermekte acele etmek, kavramların çok derinleştiği ve hemen herşeyin birbiri ile çeşitli ilişki içinde olduğu günümüzde başarısızlığa yol açar.
Konuya teknoloji açısından bakarsak… Örneğin havacılıkta zıtlaşmamak çok önemlidir. Bazı askeri durumlar haricinde tabii… Maalesef, ülkemizde son birkaç uçak kazasına kötü hava koşullarında pilotların inmeğe ısrar etmesi, olumsuz koşullarla zıtlaşması etkin olmuştur, diğer etkenler yanında… Ülkemizin giderek artan bir sayıda, nükleer santral, çeşitli elektrik santralları, hızlı trenler ve diğer büyük sistemlere sahip olduğunu düşünürsek zıtlaşmak kültürünü yalnızca tüm tarafların kazanacağı ve faydalı olacağı koşullarla sınırlamak ne kadar çok önemlidir? Düşününüz.
Ülkemizde mühendislik eğitiminde HCI-Human Computer Interaction ya da ergonomics, man machine interaction gibi konular küçümsenmektedir. Bu büyük bir yanlıştır. Stanford Üniversitesinin kullandığı bir HCI kitabı ‘relaxed attention’ öğretmektedir öğrencilerine… Olaylarla yüzleşmek yalnız başına yeterli değildir eğer amacınız rakibinizi o an gırtlaklamak orada bitirmek değilse amacınız… Amaç eğer birlikte yaşamak ve zenginleşmek, mutlu olmak ise rakibinize, olaylara zaman tanıyınız, düşünmeleri ve hareket etmeleri için boş alan bırakınız. Uygarlık boşluk bırakmak sanatıdır. Konuşurken arada biraz susunuz ki eğer diyeceği bir şey varsa muhatabınız kendini ifade edebilsin. Zor sorunların çözümü mühendisin kendi kafasına, hatta ekibin ortak bilincine zaman tanımasını zorunlu kılar. Olmayan bir şeyi zorlamak onunla zıtlaşmak günümüzde artık pek geçerli değildir. Olmayan şeyi zorlama! Geri çekil bir nefes al sonra tekrar devam edersin!
Eğer dikkat edilirse zıtlaşmanın altında yatan kimin dediğinin olacağı ya da kimin baskın olacağıdır. Toplumumuzda maalesef baskınlık konusunda yukarıda açıkladığım eski kültürel kaynaklardan gelen çok ciddi ve yaygın bir baskınlık sorunu vardır. Baskınlık çok eski zamanlarda toplumumuzun başarısını ve zenginliğini sağlayan köklü bir özellikken günümüzün modern yaşamında başarısızlığımıza neden olmaktadır. İşin kötü yanı, basın ve mediamızın bu konudaki eğitici katkıları gülünç denebilecek çok yetersiz bir seviyede…
Eric BERNE[3] her insanın içinde çocukluk döneminden kalan bir çocuk kişilik, yine aynı dönemden kalan , anne-babasının ona yaptıklarını yansıtan bir ebeveyn kişiliği ve kendi geliştirdiği yetişkin kişiliği olduğunu söyler. İnsan davranırken, zaman zaman çocuklaşır, zaman zaman çevresine babası gibi yukarıdan öğretici dersler verir, zaman zaman da kendi kişiliği ile karşısındakileri eşit seviyede muhatab alarak konuşur. Burada kanımca, baskınlık ebeveyn rolünde orataya çıkıyor ve nesilden nesile naklediliyor.
‘Ne olur yani, ben baskınım baskındım ve baskın kalcam’ diyebilirsiniz. Ya da Hunların muhteşem tarihi hakkında almış olduğum birkaç örneğe dayanarak, beni yargılayıp, Türk kültürünün ve tarihinin kusursuz olduğunu ve o hali ile hala kusursuz olacağını düşünebilirsiniz.
Değişen zamana uymak zorundasınız. Üstelik bunu yapmak için Avrupa Birliği gibi bahaneler, payandalar kullanmak ta fayda vermez. Türkiye, diğer Türki ülkelerle birlikte Türk kültürünü değişen modern dünyanın gereklerine göre değiştirmeği başarmak zorunda.
Türk kültürü savaş helikopteri pilotları gibi BİRBİRLEŞİM(intersubjectivity) [5] kavramını öne çıkarmalı ve eski baskınlık kültürü yerine BİRBİRLEŞİM KÜLTÜRÜnü geliştirmelidir.
Ali R+ SARAL
(*) Zıtlaşmamak ve gerektiğinde sorunların üzerine gülerek gitmeği komanda eğitim subayı babamdan öğrendim.
[1] Prof Dr Bahaeddin ÖGEL, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s. 90.
[2] Marcel BRION, Asya ve Avrupa’da Hunlar, s. 160
[3] Robert Mc. KIM, Experiences in Visual Thinking, s.38.
[4] Eric BERNE, M.D., Games People Play, The Basic Handbook of Transactional Analysis
[5] Barbara E. Holder, Cognition in Flight:Understanding Cockpits as Cognitive Systems
"Upon returning from a night training flight, an SH60-B helicopter was approaching its
ship at 1600 feet in preparation for landing when a report of a sinking boat in the area
prompted the crew to join a search and rescue effort. While the pilot flew the aircraft, the
copilot tried to locate the sinking boat using the aircraft’s multi-purpose display. The
aircraft began descending at 1400 feet per minute. The pilot had intended to level off at
200 feet of altitude but became preoccupied with locating the position of the distressed
boat on the multi-purpose display. The helicopter entered the water. The crew escaped
with minor injuries, but the aircraft broke up and sank.
P 132.
Instructors did report that they could sense when a crew was in tight
coordination but couldn’t say why or how they did it. Both coaching and dominance
have asymmetrical representation flow patterns that center on one individual.
Intersubjectivity has symmetrical representation flow patterns making it less obvious to
an observer. Perhaps that is why there isn’t a clear training term for it and why
instructors don’t know how to talk about it.
In case studies 3 and 6 pilots established intersubjective understandings. These
understandings are observable in the interactions between pilots, they complete each
other’s sentences, abbreviate words, and perform future tasks. The pilots understand
each other’s actions and abbreviation without having to ask for clarification. The
emergence of an intersubjective interaction typically begins with both pilots working in
coordination and it strengthens their coordination.
Crew coordination is a skill that needs to be conveyed to pilots in an explicit
manner. Teaching pilots how and when to coach each other would be a good start and
introducing team accountability into grading practice would soften the emphasis on
individual achievement that is prevalent in navy culture."
Babamız Hasan SARAL(*)’ın anısına.
Sorunlardan kaçamazsınız. Belirli bir an geldiğinde onlarla yüzleşmek zorundasınız. Sorunların üzerine gitmek gerekir ve daha bir çok alışageldiğimiz ifade yüzleşmek – confrontation eylemini ele alır. Zıtlaşmak herhalde yüzleşmenin özel bir hali olarak değerlendirilebilir. Zıtlaşan kişi bazan mantık dışı olabilecek şekilde yüzleştiği kişinin yaptığı ya da söylediğinin tersini yapar ya da iddia eder.
İnanıyorum ki zıtlaşmak Türk kültürünü derinden etkileyen önemli bir unsurdur. Türkiye’nin kalabalık bir şehrinde sokağa çıkıp biraz yürüyün ne demek istediğimi kolaylıkla gözleyeceksiniz. 1960’larda ilk okul kitaplarında dereyi önce geçmek için birbirleriyle boy ölçüşen iki keçinin zıtlaşmak yüzünden derenin üzerindeki ince köprüden aşağı düşüşleri anlatılırdı. Hala değişen fazla bir şey yok…
Zıtlaşmağı besleyen bir başka olgu da tepkisellik. Birisi bir şey yapınca hemen karşı taraf ona yanıt olarak başka bir şey yapıyor. Birisi kurallara aykırı olarak korna çaldı mı diğeri ona tepki olarak korna çalıyor – sonuç ikinci kişiyi rahatsız eden şey mantık dışı olarak tekrarlanmış oluyor.
Pekiyi, olaylarla yüzleşmekten kaçmak, olayların üzerine üzerine gitmemek her zaman yapılması gereken midir?
Tabii ki değil… Örneğin eski Hunlar saldırı ve baskında iyiydiler[1]. Avar Türkleri ise ‘Taarruz ve ani baskınlarda son derece başarılıydılar ancak’[2]… ‘inatçılıkları ve cesaretleri sayesinde…’ Hunların düşmanı kuşatırken kullandıkları şaşrtma taktikleri, ayışığında gece baskınları vb. [1] belirgin özellikleriydi.
Eğer eski Hunlara kadar giden Türk tarihi ve öncesi biraz incelenirse görülür ki göçebe yaşayan bir kavimler topluluğu zorda kaldığında engin Orta Asya çöllerine geri çekilen sonra da kendi uygun gördüğü anda topladığı kabilelerle Çin’e Roma İmparatorluğuna ve diğer ülkelere saldıran bir sisteme sahip. Bu sistemde seçilen doğru anda düşmanın üstüne gitmek önemli. Dolayısıyla hala insanlarımızın yaşamında zıtlaşmak, boy ölçüşmek gibi eylem ve tavırların önemli olması tesadüf değildir, inancındayım. Türkiye’nin modernleşmesi için Türk kültürünün binlerce yıl önceye dayanan zıtlaşmak kültürü gibi öğelerini değişen dünya koşullarına göre yeniden şekillendirmemiz ve yapıcı şekilde milletimize katkıda bulunmasını sağlamalıyız.
Modern yaşam, şehirli ve sanayileşmiş yaşam, iletişimin bütün dünyayı bir köye çevirdiği yaşam… karmaşıklığı nedeni ile zaman tanımağa azami önem yükler. Olayların açılması, gelişmesi için zaman tanımalısınız… Bırakın karşınızdaki insan konuşsun, kendini enine boyuna ifade etsin. Böylece sizde onu ve görüşlerini daha iyi tanıyabiliniz. Hunların başarısında sabırlı ve disiplinli olmalarının büyük payı vardı. Yabancı milletlerin gözlemcileri, çok sayıda bile olsalar Hunların beklemeyi bildiklerini ve gürültü yapmadıklarını, sessiz bir şeklide oldukları yerde durduklarını anlatır. Tepkisellik, yanıt vermekte acele etmek, kavramların çok derinleştiği ve hemen herşeyin birbiri ile çeşitli ilişki içinde olduğu günümüzde başarısızlığa yol açar.
Konuya teknoloji açısından bakarsak… Örneğin havacılıkta zıtlaşmamak çok önemlidir. Bazı askeri durumlar haricinde tabii… Maalesef, ülkemizde son birkaç uçak kazasına kötü hava koşullarında pilotların inmeğe ısrar etmesi, olumsuz koşullarla zıtlaşması etkin olmuştur, diğer etkenler yanında… Ülkemizin giderek artan bir sayıda, nükleer santral, çeşitli elektrik santralları, hızlı trenler ve diğer büyük sistemlere sahip olduğunu düşünürsek zıtlaşmak kültürünü yalnızca tüm tarafların kazanacağı ve faydalı olacağı koşullarla sınırlamak ne kadar çok önemlidir? Düşününüz.
Ülkemizde mühendislik eğitiminde HCI-Human Computer Interaction ya da ergonomics, man machine interaction gibi konular küçümsenmektedir. Bu büyük bir yanlıştır. Stanford Üniversitesinin kullandığı bir HCI kitabı ‘relaxed attention’ öğretmektedir öğrencilerine… Olaylarla yüzleşmek yalnız başına yeterli değildir eğer amacınız rakibinizi o an gırtlaklamak orada bitirmek değilse amacınız… Amaç eğer birlikte yaşamak ve zenginleşmek, mutlu olmak ise rakibinize, olaylara zaman tanıyınız, düşünmeleri ve hareket etmeleri için boş alan bırakınız. Uygarlık boşluk bırakmak sanatıdır. Konuşurken arada biraz susunuz ki eğer diyeceği bir şey varsa muhatabınız kendini ifade edebilsin. Zor sorunların çözümü mühendisin kendi kafasına, hatta ekibin ortak bilincine zaman tanımasını zorunlu kılar. Olmayan bir şeyi zorlamak onunla zıtlaşmak günümüzde artık pek geçerli değildir. Olmayan şeyi zorlama! Geri çekil bir nefes al sonra tekrar devam edersin!
Eğer dikkat edilirse zıtlaşmanın altında yatan kimin dediğinin olacağı ya da kimin baskın olacağıdır. Toplumumuzda maalesef baskınlık konusunda yukarıda açıkladığım eski kültürel kaynaklardan gelen çok ciddi ve yaygın bir baskınlık sorunu vardır. Baskınlık çok eski zamanlarda toplumumuzun başarısını ve zenginliğini sağlayan köklü bir özellikken günümüzün modern yaşamında başarısızlığımıza neden olmaktadır. İşin kötü yanı, basın ve mediamızın bu konudaki eğitici katkıları gülünç denebilecek çok yetersiz bir seviyede…
Eric BERNE[3] her insanın içinde çocukluk döneminden kalan bir çocuk kişilik, yine aynı dönemden kalan , anne-babasının ona yaptıklarını yansıtan bir ebeveyn kişiliği ve kendi geliştirdiği yetişkin kişiliği olduğunu söyler. İnsan davranırken, zaman zaman çocuklaşır, zaman zaman çevresine babası gibi yukarıdan öğretici dersler verir, zaman zaman da kendi kişiliği ile karşısındakileri eşit seviyede muhatab alarak konuşur. Burada kanımca, baskınlık ebeveyn rolünde orataya çıkıyor ve nesilden nesile naklediliyor.
‘Ne olur yani, ben baskınım baskındım ve baskın kalcam’ diyebilirsiniz. Ya da Hunların muhteşem tarihi hakkında almış olduğum birkaç örneğe dayanarak, beni yargılayıp, Türk kültürünün ve tarihinin kusursuz olduğunu ve o hali ile hala kusursuz olacağını düşünebilirsiniz.
Değişen zamana uymak zorundasınız. Üstelik bunu yapmak için Avrupa Birliği gibi bahaneler, payandalar kullanmak ta fayda vermez. Türkiye, diğer Türki ülkelerle birlikte Türk kültürünü değişen modern dünyanın gereklerine göre değiştirmeği başarmak zorunda.
Türk kültürü savaş helikopteri pilotları gibi BİRBİRLEŞİM(intersubjectivity) [5] kavramını öne çıkarmalı ve eski baskınlık kültürü yerine BİRBİRLEŞİM KÜLTÜRÜnü geliştirmelidir.
Ali R+ SARAL
(*) Zıtlaşmamak ve gerektiğinde sorunların üzerine gülerek gitmeği komanda eğitim subayı babamdan öğrendim.
[1] Prof Dr Bahaeddin ÖGEL, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s. 90.
[2] Marcel BRION, Asya ve Avrupa’da Hunlar, s. 160
[3] Robert Mc. KIM, Experiences in Visual Thinking, s.38.
[4] Eric BERNE, M.D., Games People Play, The Basic Handbook of Transactional Analysis
[5] Barbara E. Holder, Cognition in Flight:Understanding Cockpits as Cognitive Systems
"Upon returning from a night training flight, an SH60-B helicopter was approaching its
ship at 1600 feet in preparation for landing when a report of a sinking boat in the area
prompted the crew to join a search and rescue effort. While the pilot flew the aircraft, the
copilot tried to locate the sinking boat using the aircraft’s multi-purpose display. The
aircraft began descending at 1400 feet per minute. The pilot had intended to level off at
200 feet of altitude but became preoccupied with locating the position of the distressed
boat on the multi-purpose display. The helicopter entered the water. The crew escaped
with minor injuries, but the aircraft broke up and sank.
P 132.
Instructors did report that they could sense when a crew was in tight
coordination but couldn’t say why or how they did it. Both coaching and dominance
have asymmetrical representation flow patterns that center on one individual.
Intersubjectivity has symmetrical representation flow patterns making it less obvious to
an observer. Perhaps that is why there isn’t a clear training term for it and why
instructors don’t know how to talk about it.
In case studies 3 and 6 pilots established intersubjective understandings. These
understandings are observable in the interactions between pilots, they complete each
other’s sentences, abbreviate words, and perform future tasks. The pilots understand
each other’s actions and abbreviation without having to ask for clarification. The
emergence of an intersubjective interaction typically begins with both pilots working in
coordination and it strengthens their coordination.
Crew coordination is a skill that needs to be conveyed to pilots in an explicit
manner. Teaching pilots how and when to coach each other would be a good start and
introducing team accountability into grading practice would soften the emphasis on
individual achievement that is prevalent in navy culture."
Thursday, January 15, 2009
TO TRANSCEND THE GLASS
Many times that I have stood in front of a toy seller’s shop, had this small boy in me wished to transcend the glass shield and reach out to one of the toys on the display. Although light can pass through the glass we can not. This feeling that you feel against the seperating property of a shield of glass, the feeling of powerlessness because of the inability to reach something you yearn for hurts me deeply. On the other hand, “one should not reach out to the things he is not able to catch” says our parents.
As the years pass by, notices one that our lives are divided with glass shields, a compartment next to another… Sometimes there exists nothing, not even a glass shield between. Somebody new born to this system of life does not notice these ‘glass’ compartments in the beginning, only till he tries to reach something he does not deserve…
To speak is a privelege of this type. When you look around everybody talks. It’s just as simple as happening by itself without any effort… But, when it is up to you to speak to a foreigner, to a teacher, to a supervisor or to one of your students or a farmer, just try and see what happens… One notices that it is not as simple as it looks to speak to others, just like does a small kid who tries to reach something higher than his own height…
Imagine a child aged around two years old! He can understand what’s going on around him. He keeps track of every close thing . He is even aware that he is a seperate being which owns its own life. But he cannot speak… An unseen shield of glass stops his voice to be heard when tries to speak… He is aware that he has a voice. He does not know what he cannot do. He tries to reach out to and touch things that only his words could touch. He fails. He does not succeed because there is an unseen transparent thing between. Indeed he tries to find what that is. At the end, he does find it. A few words come out of his mouth. Something like “mom, dad”… The foundations of the structure which have been laid underneath will help him stand up for the rest of his life. This is the name of the thing that stands between him and others: SELF.
Each person who succeeds to speak lives similar difficulties a couple of more times in their life. The most striking example of these situations is learning the first foreign language. Specially if one goes to a country of which language he does not know well and learns it slowly day by day like a small kid, this situation becomes quiet similar to the process in his very childhood. Psychological problems that may appear in people living abroad may have substantial relation with this phenomenon. If scrutinized, schizophrenia and other similar problems have some roots in this difficult period of life around 2 years old.
Many have English as a second language in Turkey. Unfortunately, as one of my visiting European colleagues has mentioned ‘Everybody speaks Turkish in Turkey, but all does so badly.’ Hence we are a society who can speak the second language not so good. OK, what happens if one tries to learn the 3rd and even 4th languages as many do in Europe? Unfortunately, the number of people who knows this, who has tried and succeeded are very few in Turkey compared to key European countries. When pushed to learn the 3rd language your second language begins to waver, you begin to forget some words etc… When pushing the 4th language the grammar difficulties in every language including your mother tongue may appear… You forget words, or mix languages using French words in English etc. Even worse is,you think you are speaking your native tongue when speaking an other language, your students although benefiting from this, politely make fun of it. The worst, because of not knowing which language to listen while passing people are speaking on the street you may think some Germans are speaking quiet good Turkish. The rest of your life, you hear French, German, English words in the noise that you hear…
Foreign language education is a strategically important subject in our country. Around our country lies Greek, Bulgarian, Serbian and other ex-Yuogoslavian, Romenic, Hungarian, Russian, Ukranian, Moldovian, Checnic, and other ex-Russian, Armenian, Persian, Arabic speaking countries. From the European perspective we have to count English, French, German, Italian and Spanish to name a few… Turkey can succeed against this great challenge by only good organization, planning and specialization, not by acts of good luck.
The complexity of the Turkish geography surrounded with oceans has created the obligation of a closed culture in a single umbrella language and culture. The physical largeness and the neessity to keep everything in order has caused the development of practices that may not be in parallel with Europe for many centuries…
Turkey tries to improve her relations with the European Union primarily for economical obligations. But similar to the child learning to speak for the first time Turkey has communication difficulties with Europe. The struggle to express her own concerns and convince her counterparts to give her deserved rights, is driving Turkey to redefine and find herself anew in the 21st century world. When mixed with the effort to reown her own culture coming from the past, the effort to transcend the invisible glass between Europe and Turkey, pushes the Turkish society to the limits of her cultural and sipiritual strengths. An adventure initiated by economical obligations is having much wider and unforeseen effects on our society driving her to the limits of healthy development.
As the years pass by, notices one that our lives are divided with glass shields, a compartment next to another… Sometimes there exists nothing, not even a glass shield between. Somebody new born to this system of life does not notice these ‘glass’ compartments in the beginning, only till he tries to reach something he does not deserve…
To speak is a privelege of this type. When you look around everybody talks. It’s just as simple as happening by itself without any effort… But, when it is up to you to speak to a foreigner, to a teacher, to a supervisor or to one of your students or a farmer, just try and see what happens… One notices that it is not as simple as it looks to speak to others, just like does a small kid who tries to reach something higher than his own height…
Imagine a child aged around two years old! He can understand what’s going on around him. He keeps track of every close thing . He is even aware that he is a seperate being which owns its own life. But he cannot speak… An unseen shield of glass stops his voice to be heard when tries to speak… He is aware that he has a voice. He does not know what he cannot do. He tries to reach out to and touch things that only his words could touch. He fails. He does not succeed because there is an unseen transparent thing between. Indeed he tries to find what that is. At the end, he does find it. A few words come out of his mouth. Something like “mom, dad”… The foundations of the structure which have been laid underneath will help him stand up for the rest of his life. This is the name of the thing that stands between him and others: SELF.
Each person who succeeds to speak lives similar difficulties a couple of more times in their life. The most striking example of these situations is learning the first foreign language. Specially if one goes to a country of which language he does not know well and learns it slowly day by day like a small kid, this situation becomes quiet similar to the process in his very childhood. Psychological problems that may appear in people living abroad may have substantial relation with this phenomenon. If scrutinized, schizophrenia and other similar problems have some roots in this difficult period of life around 2 years old.
Many have English as a second language in Turkey. Unfortunately, as one of my visiting European colleagues has mentioned ‘Everybody speaks Turkish in Turkey, but all does so badly.’ Hence we are a society who can speak the second language not so good. OK, what happens if one tries to learn the 3rd and even 4th languages as many do in Europe? Unfortunately, the number of people who knows this, who has tried and succeeded are very few in Turkey compared to key European countries. When pushed to learn the 3rd language your second language begins to waver, you begin to forget some words etc… When pushing the 4th language the grammar difficulties in every language including your mother tongue may appear… You forget words, or mix languages using French words in English etc. Even worse is,you think you are speaking your native tongue when speaking an other language, your students although benefiting from this, politely make fun of it. The worst, because of not knowing which language to listen while passing people are speaking on the street you may think some Germans are speaking quiet good Turkish. The rest of your life, you hear French, German, English words in the noise that you hear…
Foreign language education is a strategically important subject in our country. Around our country lies Greek, Bulgarian, Serbian and other ex-Yuogoslavian, Romenic, Hungarian, Russian, Ukranian, Moldovian, Checnic, and other ex-Russian, Armenian, Persian, Arabic speaking countries. From the European perspective we have to count English, French, German, Italian and Spanish to name a few… Turkey can succeed against this great challenge by only good organization, planning and specialization, not by acts of good luck.
The complexity of the Turkish geography surrounded with oceans has created the obligation of a closed culture in a single umbrella language and culture. The physical largeness and the neessity to keep everything in order has caused the development of practices that may not be in parallel with Europe for many centuries…
Turkey tries to improve her relations with the European Union primarily for economical obligations. But similar to the child learning to speak for the first time Turkey has communication difficulties with Europe. The struggle to express her own concerns and convince her counterparts to give her deserved rights, is driving Turkey to redefine and find herself anew in the 21st century world. When mixed with the effort to reown her own culture coming from the past, the effort to transcend the invisible glass between Europe and Turkey, pushes the Turkish society to the limits of her cultural and sipiritual strengths. An adventure initiated by economical obligations is having much wider and unforeseen effects on our society driving her to the limits of healthy development.
Saturday, January 03, 2009
ON THE NATURE OF PROBLEMS
Fighting Techniques II
To the memory of our father Hasan SARAL.
“the chemist Kekule came upon one of the most important discoveries of organic chemistry, the structure of the benzene ring, in a dream. Having pondered the problem for some time, he turned his chair to the fire and fell asleep:’Again the atoms were gamboling before my eyes…. My mental eye…could now distinguish larger structures…all twining and twisting in snkae-like motion. But look! What was that? One of the snakes had seized hold of its own tail, and the form whirled mockingly before my eyes. As if by a flash of lightning I awoke.” The spontaneous inner image of the snake biting its own tail suggested to Kekule that organic compounds, such as benzene, are not open structures but closed rings[1].”
Everyday, we fight with many difficulties of many kinds. Some of these are as simple and short as loosening of the shoelaces. Some of them are as difficult and long as making an invention and some of them as abrupt and serious as a traffic accident… If you have a look at the many problems that we fight with you will notice that we can categorize them and their solutions in different groups. Although these groups may carry similarities in their quantity, quality and content attributes, their use by individual persons and the importance assigned to them may differ. Also, even though the problems and their solutions may be similar the personalities of the individuals that they interact may cause them to appear different.
Studying the nature of problems makes it possible for us to solve similar problems easily and also understand ourselves better We can categorize problems in various ways. For example, problems that repeat endlessly are called chronic in medicine. I am afraid, some of our political problems may be called the same. On the other hand some problems are seasonal. For example, opening the streets to transportation by cleaning the snow. These problems repeat with more or less a certain period. Acute problems happen suddenly and are serious to handle. For example, a sewage pipe gets broken in your house… Some problems are ubiqutious. You meet them in many areas of life. Some are wide spread with in a limited area. Your computer program does not work. When nothing works at all you have made a main mistake with wide results. Focused problems affect a certain functionality and the system recovers as soon as you fix it. Like a tooth ache…
Some problems are light but persist for a long duration. In fact, we can group the problems by their durations that they sustain, short – long etc. or according to their largeness. The way the problems happen may be classified also. Few or many in quantity. Fighting with more than one problem at the same time increases the total difficulty. The way we categorize problems is not constant. It changes according to the subject of the problem and the context it happens. To put a tiny piece of thread through a sewing needle may be percieved as difficult while a much more concentration demanding computer programming task may be percieved easier, just like a technical problem may be percieved much more difficult after midnight than at noon.
The fact that our perception of the problems is variable makes our categorization of the problems more difficult and hence reduces the benefit that arises from the categorization. If you are throwing anything you get hold of to your target in a chaos that you can not apprehend you have come to that point where you have to take a deep breath and try to categorize the problems correctly. If you can categorize the problems as convenieint as possible to reach the target your chance of hitting your target via a similar solution. Solving problems is basically a problem of classification.
I had mentioned the chronic problems in the beginning. The word ‘chronic’ means ‘: marked by long duration or frequent recurrence’ by Merriam-Webster. The most apparent characteristic of a chronic problem
is repetition or continuity. Reduction of the repetition intervals indicates that the problem gets severe or light. For example, a severe crisis give way to the lighter ones but more frequent or irregular problem periods, or the increase in the severity of problems and the increase of the frequency may indicate a worsening.
The repetition of the problem in chronic problems may happen in various ways:
1-The problem arises in a flow of random events. The crux of the issue here is; the events other than the chronic problem are random and carry no relation with the problem.
2- The chronic problem happens after a chain of happening events. After each occurence things repeat the same iteration of events. In this case, repeating event is not only the chronic problem but the events that prepare it.
The events’ iteration does not have to be constant array of events. The presence of some events may be obligatory, but two seperate iterations may be composed of completely different events. But most of the events that form the iteration belong to the set of events that form the reasons of chronic problem.
If we look at a chronic problem from a closer point of view, we may observe that a single crisis begins at a moment in time, continues and finishes, or the problem has begun at a moment and continues for a long duration without any interruption. Aset of the general conditions that prepare the outbreak of the crisis, a set of the causes that push the events to happen and a set of the triggers which may come just before the crisis may be observed. In the case of the repeating crisis, there is a set of conditions that prepare, a set of causes that make it happen and a set of triggers that initiate the end of the crisis.
One component of the equation that gives rise to the chronic event is a function which may change by time but may also be accepted as constant for relatively short periods of time. This function may be related to the events in the past or to the material dependent on the nature of the interacting elements/participants of the problem.
When studided closely, the reasons, the causes and the triggers that lead to the outbreak of the crisis may be related to their own previous values and also may be related to the previous crises values. For example, the seriousness of a previous crisis, its duration, its attack/sustain/release durations. Sometimes the slowness of the evolution of the problem, namely slowness in its attack period, mathematically its 1st and 2nd derivatives being small, or precautions that balance and slow sudden changes may stop the forming of crisis episodes. The dependence of the reasons that form the chronic crisis to the characteristics of previous crises and to its own evolution leads to the unmanageable repetition of a chronic problem.
Above, I had mentioned a chronic problem that occurs among unrelated random events. There may be such problems that may be dependent on only themselves and their own past iterations. These self triggering chronic problems are recursive[3] in nature. In fact they may be evaluated as a special case of functions mentioned in the 2. item.
If I may return back to the beginning of this article, if we have a closer look at the story of the chemist who found the benzene ring, we may now come to appreciate the value of the symbol ‘the snake which bites its own tail’. The metaphor of ‘the snake which bites its own tail’ or ‘the scorpion biting itself’ is a method utilized in solving problems that are very difficult. The problem is so difficult that it can not be solved or cured by external effects such as, force, medicine etc. It becomes inevitable that the energy at the source of the problem may be used to kill itself. This kind of solutions may not be present or evident. I believe, chronic problems have the ability to be solved by using the metaphor of ‘the snake which bites its own tail’ on the premises of their own definition.
Ali R+ SARAL
Note: My simple article ‘A Mathematical Model of Chronic Problems’ is available at my blog
http://tekne-techne.blogspot.com in Turkish.
Kaynaklar:
[1] Rober H. McKim, Experiences in Visual Thinking , Brooks/Cole Pub. Co. Monterey, California, s. 11.
[2] Merriam-Webster Dictionary
Main Entry: chronic
Etymology: French chronique, from Greek chronikos of time, from chronos
Date: 1601
1 a: marked by long duration or frequent recurrence : not acute -chronic indigestion- -chronic experiments- b: suffering from a chronic disease -the special needs of chronic patients-2 a: always present or encountered ; especially : constantly vexing, weakening, or troubling -chronic petty warfare- b: being such habitually -a chronic grumbler-
Medical Merriam-Webster:.
1 a : marked by long duration, by frequent recurrence over a long time, and often by slowly progressing seriousness : not acute -chronic indigestion- -her hallucinations became chronic- b : suffering from a disease or ailment of long duration or frequent recurrence -a chronic arthritic- -chronic sufferers from asthma-2 a : having a slow progressive course of indefinite duration -- used especially of degenerative invasive diseases, some infections, psychoses, and inflammations -chronic heart disease- -chronic arthritis- -chronic tuberculosis- -- comparre ACUTE 2b(1) b : infected with a disease-causing agent (as a virus) and remaining infectious over a long period of time but not necessarily expressing symptoms -chronic carriers may remain healthy but still transmit the virus causing hepatitis B-
[3] Merriam-Webster Dictionary
Main Entry: re·cur·sion
Pronunciation: \ri-ˈkər-zhən\
Function: noun
Etymology: Late Latin recursion-, recursio, from recurrere
Date: 1616
1: RETURN 2 : the determination of a succession of elements (as numbers or functions) by operation on one or more preceding elements according to a rule or formula involving a finite number of steps 3 : a computer programming technique involving the use of a procedure, subroutine, function, or algorithm that calls itself one or more times until a specified condition is met at which time the rest of each repetition is processed from the last one called to the first — compare ITERATION
Main Entry: it·er·a·tion
Pronunciation: \ˌi-tə-ˈrā-shən\
Function: noun
Date: 15th century
1: the action or a process of iterating or repeating: as a: a procedure in which repetition of a sequence of operations yields results successively closer to a desired result b: the repetition of a sequence of computer instructions a specified number of times or until a condition is met —compare RECURSION 2: one execution of a sequence of operations or instructions in an iteration
To the memory of our father Hasan SARAL.
“the chemist Kekule came upon one of the most important discoveries of organic chemistry, the structure of the benzene ring, in a dream. Having pondered the problem for some time, he turned his chair to the fire and fell asleep:’Again the atoms were gamboling before my eyes…. My mental eye…could now distinguish larger structures…all twining and twisting in snkae-like motion. But look! What was that? One of the snakes had seized hold of its own tail, and the form whirled mockingly before my eyes. As if by a flash of lightning I awoke.” The spontaneous inner image of the snake biting its own tail suggested to Kekule that organic compounds, such as benzene, are not open structures but closed rings[1].”
Everyday, we fight with many difficulties of many kinds. Some of these are as simple and short as loosening of the shoelaces. Some of them are as difficult and long as making an invention and some of them as abrupt and serious as a traffic accident… If you have a look at the many problems that we fight with you will notice that we can categorize them and their solutions in different groups. Although these groups may carry similarities in their quantity, quality and content attributes, their use by individual persons and the importance assigned to them may differ. Also, even though the problems and their solutions may be similar the personalities of the individuals that they interact may cause them to appear different.
Studying the nature of problems makes it possible for us to solve similar problems easily and also understand ourselves better We can categorize problems in various ways. For example, problems that repeat endlessly are called chronic in medicine. I am afraid, some of our political problems may be called the same. On the other hand some problems are seasonal. For example, opening the streets to transportation by cleaning the snow. These problems repeat with more or less a certain period. Acute problems happen suddenly and are serious to handle. For example, a sewage pipe gets broken in your house… Some problems are ubiqutious. You meet them in many areas of life. Some are wide spread with in a limited area. Your computer program does not work. When nothing works at all you have made a main mistake with wide results. Focused problems affect a certain functionality and the system recovers as soon as you fix it. Like a tooth ache…
Some problems are light but persist for a long duration. In fact, we can group the problems by their durations that they sustain, short – long etc. or according to their largeness. The way the problems happen may be classified also. Few or many in quantity. Fighting with more than one problem at the same time increases the total difficulty. The way we categorize problems is not constant. It changes according to the subject of the problem and the context it happens. To put a tiny piece of thread through a sewing needle may be percieved as difficult while a much more concentration demanding computer programming task may be percieved easier, just like a technical problem may be percieved much more difficult after midnight than at noon.
The fact that our perception of the problems is variable makes our categorization of the problems more difficult and hence reduces the benefit that arises from the categorization. If you are throwing anything you get hold of to your target in a chaos that you can not apprehend you have come to that point where you have to take a deep breath and try to categorize the problems correctly. If you can categorize the problems as convenieint as possible to reach the target your chance of hitting your target via a similar solution. Solving problems is basically a problem of classification.
I had mentioned the chronic problems in the beginning. The word ‘chronic’ means ‘: marked by long duration or frequent recurrence’ by Merriam-Webster. The most apparent characteristic of a chronic problem
is repetition or continuity. Reduction of the repetition intervals indicates that the problem gets severe or light. For example, a severe crisis give way to the lighter ones but more frequent or irregular problem periods, or the increase in the severity of problems and the increase of the frequency may indicate a worsening.
The repetition of the problem in chronic problems may happen in various ways:
1-The problem arises in a flow of random events. The crux of the issue here is; the events other than the chronic problem are random and carry no relation with the problem.
2- The chronic problem happens after a chain of happening events. After each occurence things repeat the same iteration of events. In this case, repeating event is not only the chronic problem but the events that prepare it.
The events’ iteration does not have to be constant array of events. The presence of some events may be obligatory, but two seperate iterations may be composed of completely different events. But most of the events that form the iteration belong to the set of events that form the reasons of chronic problem.
If we look at a chronic problem from a closer point of view, we may observe that a single crisis begins at a moment in time, continues and finishes, or the problem has begun at a moment and continues for a long duration without any interruption. Aset of the general conditions that prepare the outbreak of the crisis, a set of the causes that push the events to happen and a set of the triggers which may come just before the crisis may be observed. In the case of the repeating crisis, there is a set of conditions that prepare, a set of causes that make it happen and a set of triggers that initiate the end of the crisis.
One component of the equation that gives rise to the chronic event is a function which may change by time but may also be accepted as constant for relatively short periods of time. This function may be related to the events in the past or to the material dependent on the nature of the interacting elements/participants of the problem.
When studided closely, the reasons, the causes and the triggers that lead to the outbreak of the crisis may be related to their own previous values and also may be related to the previous crises values. For example, the seriousness of a previous crisis, its duration, its attack/sustain/release durations. Sometimes the slowness of the evolution of the problem, namely slowness in its attack period, mathematically its 1st and 2nd derivatives being small, or precautions that balance and slow sudden changes may stop the forming of crisis episodes. The dependence of the reasons that form the chronic crisis to the characteristics of previous crises and to its own evolution leads to the unmanageable repetition of a chronic problem.
Above, I had mentioned a chronic problem that occurs among unrelated random events. There may be such problems that may be dependent on only themselves and their own past iterations. These self triggering chronic problems are recursive[3] in nature. In fact they may be evaluated as a special case of functions mentioned in the 2. item.
If I may return back to the beginning of this article, if we have a closer look at the story of the chemist who found the benzene ring, we may now come to appreciate the value of the symbol ‘the snake which bites its own tail’. The metaphor of ‘the snake which bites its own tail’ or ‘the scorpion biting itself’ is a method utilized in solving problems that are very difficult. The problem is so difficult that it can not be solved or cured by external effects such as, force, medicine etc. It becomes inevitable that the energy at the source of the problem may be used to kill itself. This kind of solutions may not be present or evident. I believe, chronic problems have the ability to be solved by using the metaphor of ‘the snake which bites its own tail’ on the premises of their own definition.
Ali R+ SARAL
Note: My simple article ‘A Mathematical Model of Chronic Problems’ is available at my blog
http://tekne-techne.blogspot.com in Turkish.
Kaynaklar:
[1] Rober H. McKim, Experiences in Visual Thinking , Brooks/Cole Pub. Co. Monterey, California, s. 11.
[2] Merriam-Webster Dictionary
Main Entry: chronic
Etymology: French chronique, from Greek chronikos of time, from chronos
Date: 1601
1 a: marked by long duration or frequent recurrence : not acute -chronic indigestion- -chronic experiments- b: suffering from a chronic disease -the special needs of chronic patients-2 a: always present or encountered ; especially : constantly vexing, weakening, or troubling -chronic petty warfare- b: being such habitually -a chronic grumbler-
Medical Merriam-Webster:.
1 a : marked by long duration, by frequent recurrence over a long time, and often by slowly progressing seriousness : not acute -chronic indigestion- -her hallucinations became chronic- b : suffering from a disease or ailment of long duration or frequent recurrence -a chronic arthritic- -chronic sufferers from asthma-2 a : having a slow progressive course of indefinite duration -- used especially of degenerative invasive diseases, some infections, psychoses, and inflammations -chronic heart disease- -chronic arthritis- -chronic tuberculosis- -- comparre ACUTE 2b(1) b : infected with a disease-causing agent (as a virus) and remaining infectious over a long period of time but not necessarily expressing symptoms -chronic carriers may remain healthy but still transmit the virus causing hepatitis B-
[3] Merriam-Webster Dictionary
Main Entry: re·cur·sion
Pronunciation: \ri-ˈkər-zhən\
Function: noun
Etymology: Late Latin recursion-, recursio, from recurrere
Date: 1616
1: RETURN 2 : the determination of a succession of elements (as numbers or functions) by operation on one or more preceding elements according to a rule or formula involving a finite number of steps 3 : a computer programming technique involving the use of a procedure, subroutine, function, or algorithm that calls itself one or more times until a specified condition is met at which time the rest of each repetition is processed from the last one called to the first — compare ITERATION
Main Entry: it·er·a·tion
Pronunciation: \ˌi-tə-ˈrā-shən\
Function: noun
Date: 15th century
1: the action or a process of iterating or repeating: as a: a procedure in which repetition of a sequence of operations yields results successively closer to a desired result b: the repetition of a sequence of computer instructions a specified number of times or until a condition is met —compare RECURSION 2: one execution of a sequence of operations or instructions in an iteration
Subscribe to:
Posts (Atom)